Üzme güzel canını Kartalım. Gökyüzünden sonra ne var bir sen bilirsin. Uyku gibi çöker karanlık. Uyku gibi kovalar. Bir sen bilirsin seheri. Ve şafak hep tetiktedir. Bir sen bilirsin.
Bir avuç pirinçle avunan biri varsa odur seni seven, çiçek parasına kıyıp dostlarına simit alan odur, gümüşbalıkları suları ışıkla boyadığında sen görürsün, seni sevenler görür.
Üzme güzel canın Kartalım. Melanetler birer birer n’eder sana? Onar onar gelsinler. Artarak gelsinler. Sen yine bize akgöğü anlatacaksın.
Çocukların sokağa atılmış, babaevin peşkeş çekilmiş… Ey şehri terk etmem diye tutturmuş kedilerin aşkar oyun arkadaşları, merhaba cigarası gibi akkara hüznünü sabah sabah tüttürenler, yatakta dönenip dururken, göğsünde sıkışıp kalan bu huzursuzluğun nereden aktığını bilenler ey, ey siyaha usulca yanaşan beyazı gören gözler, yağmurlu gün gelende aşkınız tazelensin. Gümbürdesin yine için için tutuşan, kan ve ateşle yıkansın ifrazatla örtülmek istenen taze güzellik. Ey güzel Beşiktaşlı başını dik tut. Sen, ters çevrilmiş portakal kasasındaki kurutulmuş balık ve defne ve zeytinyağını paylaşmanın güzelliğisin. Sen, iyileşip de beni barikat yoldaşlarım ayağa kaldırdı diyensin. Sen, bir kere görüp de seviverdiğin o en uzaktakinin yolunu bekleyensin. Ah paralı zamanımıza gelse de, ağabeylerimize hesap ödetmesek demenin sevincisin. Her güzel günde akla gelen ve her zor günde akla gelen ve hep akla gelen ve dahi akıldan çıkmayansın. Ey Beşiktaşlı başını dik tut.
Duvarına astığın o gazete kesiğinin, sararmış hüznünü unutma. O elini göğsüne götürmüş sarı saçlı yakışıklı çocuğu, o güzelim serseri zenciyi, o oya işler gibi çalım atan ecdadını, o ağabeyleri, babaları… Ama hüzün, dingin gövdende uğultuyla büyüyen sessizlik olsun. Ve herkes bilsin o sessizlikten sonra ne geldiğini.
Üzme güzel canın Kartalım, başını dik tut güzel Beşiktaşlı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder