25 Temmuz 2009 Cumartesi

Mehmet " IŞIKLAR " İçinde


1969 yılında, İstanbul’da bir Kadırga’lı olarak dünyaya geldi Optik.
Herkes babadan, O dededen Beşiktaşlı olarak 6'sında iken gittiği ilk maçında Beşiktaş yenilmiştir ve hüzne gark olup ağlar.
Gaziosmanpaşa’da orta mektepde iken tribünle birlikte nefes almaya başladığında aynı dönemlerde sabahlamaların ortasındadır Optik. Kulağından çekilip kıçına tekme vurularak hadi doğru eve bakiim denen çocuk. Annesinin gözünü yollarda bırakan çocuk.
Deplasman otobüsü hareket edip uzaklaştıktan sonra geri gönderilmesini imkansızlaştırıp ortaya çıkan çocuktur Optik..Kabataş Erkek Lisesi’nin 343 Mehmet Işıklar’ı zeki ve Beşiktaş’lı oluşu ile hafızalarda yer eder hep.
Pazartesinden sonraki her gün yoklamada mevcuttur Optik. Pazartesi O’nun tatil günüdür. Ya Pazar’dan Beşiktaş ile beraberdir ya da deplasmandan yeni gelmiştir.
Aynı yıllarda çArşı’nın temellerini atarlar arkadaşları ile beraber..
Lise sonrası Mimar Sinan Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenimine devam ederken tarihten daha çok feyz aldığından olsa gerek üniversite sınavına tekrar girip iyi bir derece ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne girer. Aksatmadan sürdürdüğü öğrenim döneminden sonra Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik stajını yapar.
Sonrası Çubuk’da bir yatılı lisede öğretmenliktir. Herkese hak ettiği kadar, ama Beşiktaş’lı kardeşlerine gönül kanaati olarak bir not fazlasını veren bir öğretmen. Gönlündeki zenginlik ile fakir fukara babalığıi yapan bir öğretmen. Öğrettikleri yalnızca sınıfındakı yatılı öğrencileri ile sınırlı değildir.
İki yıllık bir aradan sonra askerliğinin ertesinde bir daha terk edemez semti. Tribünlere kalıcı olarak döner. Sokak köpekleri sahipsiz değildir artık.
O bir liderdir. Liderliğini şöyle anlatır;”Anadolu’dan gelen kendimizin ve rakibimizin taraftarları ile bile tek tek ilgileniyorum; çünkü liderlik bunu gerektiriyor“.
Beşiktaş’ı mazeretsiz yaşayan güzel insan...
Daha çok şey varken, bir umutken, birden perde kapanıyor. Daha çokca güzelliklerin hep birlikte yaşanabileceği ihtimali varken birden Işıklar gitti ve hepimizin ev ödevi yarım kaldı.
Seni çok özledik Optik Başkan.
Ruhun şad olsun.
SonBarikat


23 Temmuz 2009 Perşembe

Beşiktaş'ın Şehidi Unutulmaz - Şan Ökten...1934 / ...


Sevdiğinin, inandığının peşinden gidip, uğrunda ölmek herkesin harcı değildir. Büyük bir tutku, sadakat, cesaret ister. Herkese nasip olmaz bunların tümü. Beşiktaş'ın eşsiz tarihi bunu sonuna kadar yaşamış kişilerle doludur. Bunlardan biri de Şan Ökten'dir.


Beşiktaş'ta yöneticilik yapan Şan Ökten, tüm hayatını ve enerjisini Beşiktaş'a adamaktan çekinmemiş, ilk sözü her daim Beşiktaş olmuştur.


87 Temmuz'unda yine Beşiktaş için yolları aşındıran Şan Ökten, geçirdiği trafik kazası sonucunda ağır yaralanmış ve 24 Temmuz'da hayata gözlerini yumarak Beşiktaş'ın şehidi olmuştur.


Ruhun şad olsun Şan Ökten.


SonBarikat

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Gerçek Yıldızlar Ölmez - Kalbimizdesin Cenk Koray... ( 1944-....)

İnsanlar vardır. Yüzünden hiç gülümseme eksik olmaz...

Tek dertleri "günün hüzünlerine" harici merhem olabilmektir...

Cenk abi öyleydi... Bu ülkede "yüz güldürmeye" vakfeden insanlardandı...

"Cam kutu" içinde hayat eskitti kendiside...

İyi niyetliydi... Çünkü iyi insandı.. Ve tabii iyi BEŞİKTAŞ'LI...Her daim gülen yüzü ile,

Beşiktaş’tan söz ederken coşkulu surat ifadesi ile hatırlıyoruz Cenk abimizi…

Bir an hariç...

"Bjk plazanın önünde yirmiye yakın gazeteci ellerinde fotoğraf makineleri, kameralar büyük bir merakla az sonra karşılarına çıkacak olan basın sözcüsü Cenk Koray'ın yapacağı önemli açıklamayı bekliyordu....

Yaşlı ve yorgun adam, ağır hareketlerle çıktı gazetecilerin karşısına... Yüzünde bir solgunluk bir üzüntü hali vardı... Önüne uzatılan mikrofonlar karşısında bir süre suskun kaldı... Bu uzun suskunluğun ardından zar zor yapabildi açıklamayı:

-Değerli kamuoyu;

Yeni teknik direktörümüz "john benjamin toshack"... dün akşam saatlerinde... kulübümüze bu sene takımımızda bulunmasını düşünmediği futbolcuların listesini vermiş bulunmaktadır...

Bu futbolcu kardeşlerimize yeni kulüp bulmaları konusunda her türlü yardımı ve ilgiyi göstereceğimizi belirtmek isterim...
Yıllar boyunca türk futboluna,milli takıma ve BEŞİKTAŞ'IMIZA...

Cenk Koray, derin bir nefes alır burada.... Konuşmasının başında olduğu gibi boğazı düğümlenir.... Kelimeler çıkmakta zorlanır... Ve işte o an da, buğulanmayı daha fazla gözlerinde esir tutamaz ve dudakları titrerken bir damla yaş süzülür yanağından... Ve konuşmasına güç bela devam eder...


..büyük hizmetlerde bulunmuş olan değerli futbolcumuz RECEP ÇETİN ile hocamızın kararı gereği... Maalesef yollarımız ayrılmış bulunmaktadır...

işte bu açıklamanın tam yumuşak karnında yer alan "o Cenk Koray'ın yüzündeki ifade" ,"o istemeyerek yapıldığı her halinden belli olan ayrılık kararı"dır... Yıllar sonra türk futbolseverler anlayacaktır ki bu ayrılık, bu hüzün yani Cenk Koray'ın yüzündeki o ifade; 2000'lı yıllarda hızını artıracak olan, sermayeleşen futbolun başlangıç durağı olacaktır...

Yıllar boyu türk futbolunda geçmişe saygının, özdeğerlere sahip çıkmanın, onur savaşını vermiş olan BEŞİKTAŞ'ın ilk düşen kalesidir Cenk Koray'ın yanağındaki gözyaşı..." (Alıntı: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=4734930)



Bu günün sahte gülücük sahipleri Cenk abinin yakınından geçemiyor şimdilerde... Onunkisi "biz gibi sıcaktı"... Yalın "insanlık"... Yapmacık değildi... Sanal değildi... Kimsenin eksikliğini sömürmüyordu... Hele hele hazır cevaplığını, hiçbir dönem "kırıcılıkla" sonlandırmamış bir güzel adamdı...

Akşam eve gelince "yorgun baba"ları, "gönüllü aile komedyeni" gibi güldürdü , dinlendirdi...

Emekçi ve ezgin bedenleri huzura ve gülümsemeye gark etti...

Onu izleyen "baba" lar iş sitresini, televizyon denen "adi" camın yüzeyinde bırakırlardı...

Sıkıntı ve hezeyanlarını eve yansıtmadan yapıştırırlardı "sahte cama"... Oğullarına, kızlarına sarılıp, hatasız ve kaygısız paylaşırlardı gecelerini çocukları ile... Dağıtılmış kaygıları ile teklemezlerdi hayatlarında...

Ama Cenk abi de "baba" idi aynı zamanda...

O yıllarda, başka "baba" ların "zor" hayatlarını sönümlendirip, "oğul ve kızlarına eksiksiz sarılma imkanı veren" güzel insanın oğlu, bir gece vakti bardan çıkarken kavga edip gelecekti eve...

Burnu kırılmış oğluna, evde sitem eden "Cenk Baba", yine iyi niyetli, ama "BABA" gibi davranmaya çalışmış, fakat başkalarına mutluluk hissettirme ve kasaveti dağıtma görevine hayat vakfetmiş birinin, kendi içinde, için için eksiltmek zorunda kaldığı anların zayıflığını yansıtmıştı belki...

Güldürdüğü insanlardan farklı olarak, "sorun" etmişti incelikle, oğluna gelen zararı ve yine oğluna sitem etmişti...

Anın kızgınlığı ile kapının camına hücum eden genç oğlunun, şah damarı kesilip, oracıkta kan kaybından can vermesine "şahit" olmuştu iyi insan...

Bu acı, gülen yüzü söndürecekti...

"Hayat" gibiydi işte "Hayat"...

Beşiktaş'a da "Hayat" gibi bakan adamların, "Hayat"la sıfıra sıfır yüzleşmesi gibi...

"İyi insanların, hayatı güzelleştiren insanların", hayattan yediği tekmeler karşısında devrildiği gibi devrilmişti gönül kafesi Cenk Abinin...

Duygularını şöyle döküyordu oğluna mektubunda;

"Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi?

Hiç elinizi uzattınız mı ocakta yanan ateşin üzerine?

Demir tokmakları, başınıza başınıza indirdiler mi iri yarı adamlar?

Gözü dönmüş birileri kırdılar mı parmaklarınızı?

Tel örgülere takıldı mı sırtınız yerlerde sürünürken?

Birisi gelip kolunuzu kıvırdı mı arkaya... Zorlayarak "çat" diye kırıverdi mi?

Çaresizlik denilen, çaresi bulunmayan tek gerçek, sarıldı mı boğazınıza?

Adamın biri gelip iki gözünüze iki parmağını sokup, kör etti mi sizi?

Büyük değirmen taşlarını getirip koydular mı üzerinize, sırt üstü yatarken?

İyice bilenmiş bir bıçağı böğrünüze sokup çevirdiler mi 360 derece?

Ayağınız kayıp yola düştüğünüzde, bacağınızın üzerinden hiç kamyon geçti mi?

Su diye size uzatılan bardağı kafanıza diktiğinizde içinde asit olduğunu farkettiniz mi?

Demir bir çubuk boğazınızdan girip boynunuzun arkasından çıktı mı hiç?

Yolda sessiz sakin yürürken, aniden birisi gelip suratınızın en ortalık yerine muhteşem bir yumruk savurdu mu?

Balkondan düşen koca bir saksı, tam kafanızın ortasına indi mi?

Evinizin alev alev ateşler içinde yandığını seyrettiniz mi?

Bir insanın sel suları içinde çırpına çırpına can verdiğini gördünüz mü?

Veya bütün bunları görmemiş, yaşamamış bile olsanız, biraz düşününüz...

İşte bunların hepsi bir anda, benim başıma geldi...

19 yıl babalık etmeye çalıştığım, Allah’ın bana emaneti, canım, gülüm, hayatım, her şeyim, bir
tanem, sebeb-i hayatım, evladım, oğlum Nihat, 3 dakika içinde yok olası kollarımın arasında ölüp gitti.

Yapacak hiçbir şeyim yoktu... Kapının camı, şahdamarını kesmişti.

Fıskiye gibi kan fışkırıyordu...

Kan fışkırıyordu, umutlarım, istikbalim, hayatım yerlere dökülüyordu.

Bana yakın durması gereken oğlum, beni ölmeden öldürüyordu.

Bugün senden ayrılalı tam 1 yıl oldu...

365 günün bir tanesinde bile seni göremedim, elini tutamadım, yanağını öpemedim, bağrıma basıp sıkı sıkı sarılamadım...

Evde tek başıma otururken, kapıda anahtar dönmedi ve sen içeriye girmedin...

Bir tek gece odanın ışığı yanmadı...

Ben kapını açıp, "yatıyorum, sen yatmıyor musun?" diye soramadım...

Yaşamak canımı sıkmaya başladı...

Gül, senin aradığına dair bir tek not vermedi tam 365 gündür...

Bu kadar çabuk mu unuttun beni diye düşünüyorum zaman zaman...

Ama beni unutmayacağını, unutmadığını biliyorum, ben de biliyorum, halan da biliyor, enişten de, Ece de...

Ama oradan bir bağlantı kurulması mümkün değil...

Günler geçiyor aslanım...

Her geçen dakikayı beni sana yaklaştırdığı için seviyorum...

Eskiden nasıl üzülürdüm zaman geçiyor, bir gün senden ayrılacağım diye... Ama simdi her şey tersine döndü... Her şeye tahammül edebiliyor insan...

Allah böyle bir sabır vermiş kullarına. Ama tahammülü mümkün olmayan bir tek şey var.
Senin sevginden mahrum olmak...

Bunu hissedememek.

İşte ölmeden bu öldürüyor insanı..."

Oğlunun kaybının üstünden çok geçmeden, yıkılmış "gönül kafesi"nin oynadığı acı oyun sonucu, son nefesini veriyordu "CENK BABA"...

55 yaşında, sevenlerine hatıralar bırakarak, aniden çekip gidiyordu çoğu güzel insan gibi...

İyi insandı, İyi Beşiktaş'lıydı...

Tarihin gülen sayfalarına imzasını çakıp gitti...

Ama Unutulmadı...

Ruhun Şad olsun "CENK BABA"...

Efsaneler Ölmez / Yusuf Tunaoğlu ( 1946-.... )


60'lı yılların başları... Beşiktaş altyapısında bir genç yetişmekte. Adı Yusuf... O dönem kulübün a dan z ye herşeyiyle yakından ilgilenmekte olan Baba Hakkı'nın gözünden kaçmıyor bu genç... 62 yılına kadar kısa bir süre genç takımda Baba Hakkı'nın gözetiminde yetişiyor...

Baba bir ışık hissediyor Yusuf'ta... Adeta cambaz gibi topla oynayan, seyrine doyum olmayan bir tekniğe sahip çocuk...


O sırada Beşiktaş as takımında oynamakta olan Şenol-Birol ikilisine Fenerbahçe talip olunca, Baba Hakkı hiç tereddütsüz "özkaynağın" ne demek olduğunu ders olarak okuturcasına tarihi sözünü ediyordu;


"Şenol'lar Birol'lar gider , Yusuf'lar Sanlı'lar gelir"

Yusuf Tunaoğlu işte unutulmazlar arasına adını yazdıracağı sürece, böylece 17 yaşında adım atıyordu...


Antrenör Spajic tarafından ilk maçını oynaması için kadroya alındığında, zaten takım antremanlarında, saygıda kusur etmediği ağabeylerine "bel kıran" cinsten çalımlar atıyor haldeydi...


Yusuf Tunaoğlunun ilk maçını canlı izlemiş biri olarak Cem Özmeral'in ağzından şöyle anlatılıyor mesela o gün;


"Stad hopörlerinden takımlar anons ediliyor: Necmi, Erkan ,Fehmi..... Sol iç mevkiinde Yusuf...


"Allah , Allah bu da kim?". Genç takımdan Yusuf'u tercih etmiş Spajic hoca bu maç için!


Rakip takımın kim olduğunu hatırlamadığım maçı Beşiktaş kazanıyor. Ama unutamadığım genç Yusuf'un oyunu....


Uzun boylu , açık renk gözlü, esmer tenli gencecik bir oyuncu... Vücudunun üst kısmı bir jimnastikçi gibi gelişmiş , geniş omuzlu kıvırcık saçlı esmer tenli ,yağız gencecik bir Kartal...


Top ayağına yapışmis karşısına gelenleri bir ilizyonist, bir sihirbaz gibi, topu saklayarak geçiyor. Paslar atıyor, ortalar yapıyor, kaleyi uzaktan yokluyor. Hani gök mavili İtalyanların, Rivera'sı var ya, onun gibi birşey.


Topu her alışında tribünler ayağa kalkmaya başladı. Bir günde bir yıldız doğuyor...


"Böylesine etkiliyordu ilk maçında kendini izleyenleri Yusuf Tunaoğlu...


Yusuf Tunaoğlu yalnız Beşiktaş’ta değil, Türk Futbolu’nda 30-40 yılda bir sahalarda görülebilen süper yıldızlardan biri olarak tarih sayfalarında yerini almıştır.


Beşiktaş’ta 2 Türkiye Ligi Şampiyonluğu, 1 Cumhurbaşkanlığı Kupası yaşadı. 1962-76 yılları arasında 172 lig maçında 23 gol kaydetti.


6 kez A, 3 kez Ümit, 5 kez de Genç olmak üzere toplam 14 kez Milli oldu. Büyük top tekniği, driplingleri, arkadaşlarına attığı milimetrik paslar ve oyun kuruculuktaki zekası ile Avrupa çapında bir oyuncuydu.


Nitekim, eğer şanssız bir trafik kazası geçirmeseydi, O’nu Avrupa’nın en ünlü kulüplerinden biri olan Anderlecht’te oynarken tanıyacaktı dünya futbolu... Anderlechtli yöneticilerin dikkatini, 1965 yılında Belçika’da organize edilen Ordulararası Dünya Şampiyonası karşılaşmalarında çekmişti. O’nu terhis olur olmaz renklerine katmaya karar vermişlerdi. Bu büyük transfere Beşiktaş da razı olmuştu. Taraflar her konuda anlaşmışlardı. Bir akşam Boğaz’da yaptığı trafik kazasından sonra Anderlecht bu transferden vazgeçti.


Yusuf tunaoğlu'nu hayatı da çok renkli ve inişli çıkışlı geçti...


Futbolu bıraktıktan sonra, uzun bir dönem Beşiktaş alt yapısında görev aldı...


Daha sonra, yazar olarak bir müddet çalıştı. Bir gün geldi, üzerinde basın kartı yok diye, o binlerce Beşiktaş'lıyı coşturduğu ve siyah beyazlı renklere renk kattığı , Dolmabahçe (İnönü) stadına alınmadı... Kalbi kırıldı... Beşiktaş'ın "Koca Yusuf"u, kendi stadına girememiş ve kalbi gerçekten kırılmıştı! Ama tek kelime sitem etmedi...


Bu olaydan kısa bir süre sonra, Kuşadasında çok genc yaşda aramızdan aniden ayrıldı. 2000 senesiydi ve kalp krizi sonucunda hayata gözlerini yumdu...


Yusuf Tunaoğlu'nun ölümü üzerinden 9 sene geçti...


Fakat zihinlerimizdeki parlak anısı hiç bir dönem silinmedi...


Biliyoruz ki "Efsaneler Asla Ölmez"...

21 Temmuz 2009 Salı

Hoşçakal Beşiktaş'ın Yakamozu


Onlar ki severek çocuklar gibi çocuk, saygı duyarak büyükler kadar büyük, herkese “abi” olabilen insanlar...Vakur, babacan, beyefendi…Taşıdıkları değer kadar ağır abiler…Attıkları her adım, sarf ettikleri her söz ile büyüyen, bizleri büyüten, büyüleyen abiler. Beşiktaş’ın mendirekleridir onlar.


Etraflarında başka bir hale vardır bu abilerin. İçini ısıtan, en kederli anında yüzüne bir gülümseme yayan, en yılgın olduğun anlarda sana direnç veren abiler…Ve üzgün yüzün dökülünce avuçlarına, umut olabilen bu insanların etrafındaki o ışık huzmesi yarar karanlığı. Beşiktaş’ın yakamozlarıdır onlar.


Şirazesi kaçınca hayatımızın, nirengi olur onların isimleri; eğilmeden, yamulmadan, dimdik, sabitte bir abide gibi durur, bir yaşanmışlık örneği sunarlar. İnsanin darmadağın olmuş halini şöyle bir toparlarlar sanki. Bakışlarını üzerinde hissedersin. Yine, yeniden dedirten hayatlardır.Yüreğimizin santrasında onların izi kalır.
SonBarikat

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Vedat Kaptan'ı Kaybettik


Söz bitti... Acıların dindi Vedat Kaptan... Büyük insanlar vardır, çok yer kaplamadan göçüp giderler hayattan.Sen de öyleydin Vedat Kaptan... Dünya'da kapladığın yer bir yana, kalbimizde kapladığın sonsuz arsa baki yaşayacak daima...Rahat uyu Büyük Kaptan. Ruhun şad olsun.


SonBarikat

16 Temmuz 2009 Perşembe

Geçmiş Olsun Lucescu

Beşiktaşımız'ın eski teknik direktörlerinden Mircea Lucescu, sabaha karşı geçirmiş olduğu kalp krizi sonucunda hastaneye kaldırılarak, ameliyata alınmıştır.Ameliyatı başarılı geçtiği bildirilen Lucescu'ya geçmiş olsun dileklerimizi sunar, en kısa zamanda sağlığına kavuşmasını dileriz.


bırak
pardesün buruşuk kalsın luçe
bırak
konuşsunlar
zaten onlar hep konuşurlar
bırak pardesün buruşuk kalsın luçe
sen onu örtecek
terli bir sırt
bulursun
Vedat Özdemiroğlu

12 Temmuz 2009 Pazar

U-13 Türkiye Şampiyonası

















10-11 Temmuz tarihleri arasında Kütahya'da yapılan U13 Türkiye Şampiyonası'nda Beşiktaşımız 3.oldu. Yarı final mücadelesinde Bucaspor'a 2-1 kaybeden Kartallarımız, Samsunspor ile oynadığı maçı 5-1 kazanarak şampiyonayı 3.tamamladı.Yavru Kartallarımız'ın her birine sonsuz teşekkürler.
Sizlerin gözyaşları, nice kupalara bedel...
SonBarikat
Fotoğrafların daha fazlası için:

Dayan Kaptan!


Haydi kalk ayağa, yürü güneşe!

9 Temmuz 2009 Perşembe

Ruhun Şad Olsun " Kornerlerin Kralı "


10 Temmuz 1977'de aramızdan ayrılan "Kornerlerin Kralı" Şükrü Gülesin'i ölümünün 32. yılında saygı ile anıyoruz.


Ruhun şad olsun Büyük Beşiktaşlı!


O' yüzyılın en iyi sol açıklarındandı...Kornerden attığı gollerle herkesi kendine hayran bıraktı...


Geçmişten günümüze tüm futbolcular attıkları gollerle, ortaya koymuş oldukları cansiperane müdafaalarla veya saha içindeki liderlik vasıflarıyla anılırlar. Bu anlamda her futbolcunun sahaya yansıyan karakteristik bir özelliği bulunur. Ancak bazı futbolcular vardır ki onlar, gerçek futbolseverler için çok özeldir. Bu tip futbolcular genellikle çok tekniktir ve raket gibi kullandıkları bir ayağa sahiplerdir.Ortaya koydukları olağanüstü hareketler ve attıkları kişisel beceri ve yetenek gerektiren müthiş goller, onları unutulmazlar arasına yerleştirir. Hele bir de bu futbolcularda pek görülmeyen üstün bir sürate sahiplerse kitleleri peşinden koşturan birer efsane olurlar.


Türrkiye'de bu tarz futbolcuları düşünürken akla gelen ilk isimlerdendir Şükrü Gülesin...


14 Eylül 1922'de İstanbul'da doğmuştu Gülesin, her ne kadar küçük yaşlarda Kınalıada'da kaleciliğe merak sardıysa da daha sonra İstanbul Erkek Lisesi'nde okurken yeteneğini kanıtlayacağı asıl alanı bulmuştu.Beyoığluspor'daydı o günlerde...Oynadığı maçlarda yeni yeni keşfetmeye başladığı o müthiş sol ayağını konuşturarak adını duyurmaya başlamıştı. Onu seyretmeye gelen özel seyircileri bile vardı artık... Ve kendisini kadrosunda görmek isteyen klüpler...


Galatasaray ve Beşiktaş, onu çok istiyorlardı. Ancak o, Galatasaray'ın bir Ankara seyehati sırasında elini çabuk tutan Beşiktaş'a transfer oldu. 1940-1941 futbol sezonunda Beşiktaş forması giyecekti artık. Arada bir sezon Ankaragücü'ne gittiyse de Siyah-Beyazlı formayı 1950 yılında transfer olacağı İtalya'nın Palermo takımına gidene kadar giydi. Bu dönemde üç milli küme, altı İstanbul Ligi Şampiyonluğu, yaşarken ikişer tane de İstanbul Ligi Kupası ve Başbakanlık Kupası kaldıracaktı. Ve oynadığı derbilerde Fenerbahçe'ye dokuz Galatasaray'a on üç gol atacaktı.


Beşiktaş'ta tam iki yüz seksen bir maça çıkan Şükrü Gülesin, bu maçlarda rakip filelere iki yüz yirmi altı gol bırakarak kendi takımının taraftarları arasında tapılası bir ikona dönüştü. Oynadığı sol açık mevkii düşünüldüğünde bu, her futbolcuya nasip olacak bir kariyer değildi de üstelik. O gollerin "25'ini" kornerden atmıştı ve kornerden gol atma becerisi, onu ihtisas alanı olarak anılmakla kalmayıp İtalya'ya transfer olmasında da önemli rol oynayacaktı.


O dönemde yaşanan 2.Dünya Savaşı nedeniyle diğer birçok arkadaşı gibi milli formayı yanlızca on bir kere giyebilecek ve bu on bir maçta beş gol sevinci yaşayabilecekti. Beşiktaş, Sabri, Hakkı, Şeref, Kemal forvet hattıyla fırtınalar estirirken o, attığı inanılmaz korner golleri nedeniyle "Kornerci Şükrü" lakabını alacaktı. Ve bundan sonra, yaptığı ortalara müthiç voleler vurarak goller atan Şeref Görkey'in de "Voleci Şeref" lakabını almasına sebeb olacaktı.


Şükrü Gülesin, espirili kişiliğiyle de nevi şahsına münhasır bir oyuncuydu. Takımın en çok yiyen futbolcusu olduğundan antremanlardan sonra tesislerin kantininde ya da maçların ardından en yakınındaki en iyi lokantalarda onu görmek olağandı. Beşiktaş muhallebicilerinde koca bir tavuğu midesine indirirken gördüğü tanıdıklarına "dokuz aylık gönek yaptığını, on gün sonra da doğuma gideceğini" söyleyerek kendi kendisiyle alay ederdi. Maçta korner atarken elini kaldırıp adrese teslim bir orta bekleyen Baba Hakkı yerine kaleye vurup gol atınca rahmetli Hakkı Yeten'den korkarak kaçmaya başladığı ve bu kovalamacanın Baba Hakkı'nın kendisini yakalayıp öpmesiyle son bulduğu sahne hala anlatılır.


Şükrü Gülesin, 1950 yılında İtalya'nın Palermo takımına transfer oldu. Orada attığı korner golleri, falsolu vuruşları ve güçlü fiziğiyle birleştirdiği üstün süratıyla Turco adıyla anılmaya başladı. Palermo'da oynadığı 2 yıl, 28 maçta 13 gol attı. Daha sonra başka bir ünlü İtalyan takımı Lazio'ya kiralık gitti ve burada da 29 maçta 16 gol kaydetti. İtalya macerasındaki son yılında tekrar Palermo'ya geçti veo sezon, 22 maçta forma giydi. Oynadığı 3 sezonun ardından Türkiye'ye döndü. Bir yıl Galatasaray'da oynadıktan sonra tekrar Beşiktaş'a geldi, çünkü o, tam bir Beşiktaş sevdalısıydı. Ancak ilerleyen yaşının yanı sıra biraz da yemeğe ve alkole olan düşkünlüğünden dolayı iri yapısını taşıyamaz olmuş, onu bir efsane haline getiren eski süratını kaybetmişti. Nihayet 1959 yılında bir jübile ile veda etti futbola ve çok sevdiği Beşiktaş formasına...


Ama aktif yaşama alışkanlığı, yıllarca emek verdiği futbol dünyasının içinde tutmaya devam edecekti onu...Daha milli takım teknik komitesine seçilecek; Beşiktaş Klübü'nde yöneticilik yapacaktı. İtalya'dan döndükten sonra hatıralarını bir kitapta topladı. Kitap çok kısa sürede bittiğinden ve yeni basımı yapılmadığından ne yazık ki bulunamıyor...


Futbol yaşamı boyunca Beşiktaş'a ve Türk futboluna büyük hizmetler veren, ülkemizi Avrupa'da en üst düzeyde tanıtan, devrinin yerli yabancı en ünlü futbolcularıyla takım arkadaşlığı yapan bir futbol ustasıydı O ...


O, yüzyılın en iyi sol açıklarındandı.Ve ezeli rekabetlerin ebedi dostlarından biriydi...


İste O de adam, 10 Temmuz 1977'de geçirdiği bir kalp krizi sonucunda hayata veda etti.Unutulmayan bir veda...



Korner Kralı Şükrü Urfa'nın Lefteri Sait


50 yıla yakın klüp yöneticiliği, yazarlık, Spor Spikerliği, Futbolcular Sendikası, Üniversite Spor Yöneticiliği, Federasyon, Şuralar Spor Organizatörlüğü ile "Futbol" Benim yaşam biçimim oldu...


Bu uzun dönem içindeki ortaya çıkan "Mozaik" in en mühim parçalarındai iki arkadaşımın en büyük payı vardır. Eğer, iki arkadaşın "Kornerler Kralı" Şükrü Gülesin ve "Urfa'nın Lefteri" Sait Özbilen ile olan anılarıma değinmezsem, mozaik'in büyük parçaları ortaya çıkmamış olacaktır...


Şükrü Gülesin ile arkadaşlığım 1952 yılında İstanbul'da oynadığımız Alman Milli Takımın, akşam verilen yemekte başladı...Ben yemeğe Üniversite Gençliğini temsilen çağrılmıştım.Şükrü Gülesin ise büyük ümitler ile İtalya'dan getirmişti. O zaman Milli Takımımızın iki sol açığı vardı.Biri Beşiktaşlı Keçi Faruk (Sağnak), diğeri Vefalı Tahtabacak İsmet (Yamanoğlu).. Her ikisi de bu maçların ilkinde İsveç ve Almanya'da oynamışlardı.Rövanş için İtalya'dan Şükrü Gülesin getirilmişti...


Almanya karşısında hiç de başarılı olamayan Şükrü Gülesin ağabeyim yemekte çok üzgündü...Bu üzüntü ile oldukça içerken; sohbetimizde ölümüne kadar olan arkadaşlığımız başlamış oldu. Gülesin ile organizasyonlarda, Klüp yöneticiklerinde, Milliyet Gazetesinde,Futbolcular Sendikasında yıllarca beraber olduk. Sendika'da O genel başkan, ben ise as başkandım. Ölümünde onun görevini ben taşıdım. Taaaaa 1980 askeri darbesine kadar...


Ya Sait Özbilen...Bugün Aksaray İnkılap sokaktaki meşhur Urfa Kebapçısı Sait, 1950'li yılların sonunda Urfa'nın Lefter'i olmuştu...


1950 yılının Temmuz ayında şampiyon olan Fenerbahçe'nin ve Milli Takım kaptanı Lefter ile Anadolu turnesine çıktık. Sadece ikimiz, Lefter 40 il dolaşmış ve hergün bir kentte maç yapmıştı. Sait'i Urfa'da karşımıza çıkardılar...Sait ile de tanışmamız böyle başladı.. Ben, Şükrü Gülesin ve Kebapçi Sait Özbilen yıllar boyu biraraya çok geldik. Çünkü her ikisi de yakın arkadaşımdı. Özellikle dış ülkelerdeki maçlara beraber gidiyorduk...


Gülesin Sendika Başkanı


Özellikle genç kuşaklara Şükrü Gülesin'i tanıtmak isterim...1922 yılında İstanbul'da doğdu.. Kınalıada'da top oynarken Beşiktaş'ın kaptanı Baba Hakkı tarafından keşfedildi. O zamanlar, daha sonra Beşiktaş'ın başkanlığına gelen Hakkı Yeten yapardı transferleri. 1937 yılında Şükrü Gülesin 15 yaşında iken Beşiktaş'a getirildi. Taç atışları öylesine uzundu ki, her atışında top iki kale direği arasına inerdi.Bu yıllarda böyle uzun taç atışı yapan bir futbolcu yok..


Ne Mutlu, ne Ogün. Beşiktaş'ta oynarken Şükrü Gülesin 19 şampiyonluğa adını yazdırdı.1 0 yıl içinde 281 maç oynayarak 226 gol attı. 1941-1942 ve 1948-1949 sezonlarında 2 kez Türkiye gol kralı oldu. O dönemlerde özellikle 2.Dünya Savaşını yaşadığımızdan Milli Maçlar yok denecek kadar azdı..


Bu arada Şükrü Gülesin 11 kez Milli takım formasını giydi. 1950 yılında İtalya'nın Lazio Takımına transfer oldu. 2 yıl sonra Palermo takına geçti. Bu forma ile Lazio'ya 2 gol atınca, İtalya basının baş konu oldu. Ancak onu İtalya'da Gol Kralı yarışmalarında doruğa çıkaran maçları ile ilgili bildiklerimi sizlere diğer anılarımda aktaracağım. Gülesin daha sonra Beşiktaş'a döndü. Ben 1965 yılında Lazio'yu İstanbul'a getirerek Gülesin'e muhteşem bir jübile yaptım. Hiç unutmam. Orhan Şeref Apak ile arası pek iyi değildi. Federasyon Başkanı Apak'tan Lazi maçı için sahayı istemiş. "Olmaz" demişti ve şöyle konuşmuştu..."Olmazzz.Şükrü'nün göbeği çıkmışş..." Futbolcular Sendikasını kurduk. O Genel Başkan. Ben As Başkan oldum.Yıllarca bu görevi sürdürdük. Son derece muzipti. Bulunduğu meclislerde nefis espiriler ile etrafına ders verirdi.


Ölümünden bir ay evveldi. Gazetede bana yaklaştı... "Kilo aldın Şükrü ağabey" dedim. "Kızdırma vasiyet ederim.Temmuz sıcağında tabutumu Boğaziçi köprüsünden taşıyın" dedi. 11 Temmuz 1981 günü 30 yıl süren arkadaşlığımız noktalandı. Cumartesi gecesi, beni saat 12'de telefonla aradı.


"Neco yarın senin eve geliyorum.Şu sendikanın işlerine bir göz atalım" dedi.


Ben bir organizasyonla ilgili Beşiktaş Klübü Başkanlarından Mehmet Üstünkaya ile görüşmesini istiyordum. Ertesi günü Üstünkaya'nın Yeniköy'deki yalısına gitti. İlker Ateş'ten bir telefon aldım. Şükrü ağabeyimiz burada fenalaşmış diye.S on sürat oraya gittim.K apıyı Üstünkaya açmıştı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Konuşamadık...Şükrü Gülesin çok sevdiği Mehmet Üstünkaya kardeşinin kollarında ebedi yolculuğunda çıkmıştı.


Gözyaşı Döküyoruz Bu Büyük İnsana


Şükrü ağabeyin ölümüne hala inanamam...Hayat yürüyor...Boş laflar bunlar denecek. Değil. İçten samimi duygumdur bu. Az mı hırpalardıbizi o sert kalemi ile...Sabah kalkar kalkmaz ilk işim Milliyet'in spor sayfasını çevirip O'nun yazısı var mı diye bakmak olurdu. Bazen metheder '' Büyük Reis'' der ''Büyük İnsan'' der...Bazen de ne Mecidiyeköylüğüm kalır,ne de futboldan anlamadığım ne de uydurma bir topçu olduğum...


Ekseriye o günlerde Milliyet'i ziyaret eder öğle yemeğine kalır ve O'nu beklerdim. Hiç kimse alınmasın bir aile, yuvam gibi idi''Milliyet''... patronundan kapıcısına kadar. Ama çekici unsuru Şükrü Ağabeydi. Altan'ın o karikatüründe çok güzel belirttiği tavşan dişlerini çıkartarak beni görür görmez, ''OOoo koca reis...Hayrola özlemişsin bizleri''' diye bağırırdı...''Sık sık özlüyorum sizleri de Şükrü abi'' diye cevap verirdim. Yalnız gazetede mi? Çok zaman da dışarda buluşurduk. Alemdi Şükrü ağabey...


Ağzının içine bakardık. Kasten kızdırır, o batmayan küfürlerine hedef teşkil ederdik. Bu renkli pırıl pırıl zekalı futbol dolu insan sevgisi dolu ağabeyimi geçen temmuz ayında kaybedivermiştik..Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. En yakınım ölse inanın bana bu kadar etkilemezdi beni. Bir defada ben O'nu ağlatmıştım...Otomobili o kullanıyordu. Yeşilköy'den geliyorduk. Beni eve bırakacaktı. Çekti yolun kıyısına arabayı durdurdu ve inanın bana bir çocuk gibi anlattıklarıma ağladı. Konu şuydu; Fenerbahçe başkanlığımdan ayrıldığım günlerdi. Doktorlar tansiyonumu yüksek buluyorlardı. Check-up için Gureba Hastanesi'ne teslim olmuştum. Neden icap etti bilemem bir de filmimi aldılar. Göğsümün ortasında ampul gibi birşey duruyordu.


Önemli bir cisim vardı. O anda şaşırmış kalmıştım. Tam teşhis yok. İşte bu olayı anlatmıştım kendisine.... O koca dev gibi Şükrü iki elini yüzüne kapamış bir çocuk gibi ağlamıştı. Çok zaman sonra bunun basit bir mide katlanması olduğunu duyacak ve sevinecekti.O günden bu yana biz hep O'nun hatırasını anıyor gülüyor fakat için için gözyaşı döküyoruz bu büyük insana....


Dostum Şükrü Gülesin, Güldürmesini Bildiğin Kadar, Ağlatmasını da Bilirdi.

Yazan: Mehmet Üstünkaya

Siz bakmayın Başkanlığım sırasında Şükrü'nün beni, gazete sütunları arada sıralarda hırpalayışına...O, beni çok seven bir insandı...Ben de, Şükrü'ye sevgi dolu bir insandım. Hali, tavrı, espirisi, dostluğu daha uzun uzun yıllar her zaman hafızamda yaşayacak. Şükrü ile o kadar haşır neşirdik ki, pek çok günümüz ve gecemiz O'nunla beraber geçerdi. Seyahatlere gitmeye bayılırdım.


Eşlerimiz, çok iyi arkadaştılar. Ekseriya bizde toplanır içer, güler eğlenirdik. Bu canlı, bu neşeli insanı maalesef azrail benim yanımda yakaladı. O koca vücudu ile sandalyeden yere düşüşünü ömrümde unutamam. Evvela espiri yaptığını sanmıştım, sonra nefes alamayınca O'nun değil kendimin katılaştığını hissettim. Dünya yıkılmıştı kafama...


Dilim tutulmuş, titriyordum. Yarabbi hiç bir dostun başına böyle bir felaket verme...İnsan, aczini anlıyor, birşey yapamamanın çukuruna düşüyor, çırpındım, ambulanslar, doktorlar aradım. Ambulans buldum. Hastanelere koştum. Ne fayda o artık bizlerden gitmişti. Ertesi gün muhteşem bir cenaze töreni yapıldı. Hayatımda bu kadar hislendiğimi bilmiyorum. Daha doğrusu Şükrü'nün bu kadar sevildiğini, popüler insan olduğunu da biliyordum. Her sınıftan insan gelmişti cenazeye. Herkes ağlıyordu. Dostum Şükrü, güldürmesini bildiğin kadar, ağlatmasını da bilmiştir.


Onun binlerce hatırasından birini ruhu şad olsun diye buradan tekrarlamaktan vazgeçmeyeceğim.


Beşiktaş'ın bir deplasmanı için Ankara'ya gitmiştik. Oteldeki odalarımız daha önce ayrılmıştı. Aksilik bu ya, Şükrü'ye tahsis edilen odanın anahtarı kaybolmuştu. Bir gece önce odada kalan müşteri anahtarı cebinde unutup gitmişti. Otelin yetkilileri, " merak etme Şükrü abi" dediler. "Bizde bir anahtar var tüm odaları açar".Neyse uzatmayalım, gülüşmeler arasında Şükrü'nün odasının kapısı açıldı. Rahmetli her gittiği otelde sadece iç donu ile dolaşmayı adet edinmişti. Ancak böyle ferahladığını söylerdi. O odasına girip, soyunup dökündükten 5 dakika sonra kapısını çaldım. Şükrü abi 1 dakika gelir misin diye kendisine seslendim...


"Gene ne var?" diye sordu. "Bizim odaya gel sana komik birşey anlatacağım" dedim. Dışarı çıktı.Kapının kenarında pusuya yatmıştım. Çıkar çıkmaz kapısını kapadım ve kendi odama koşarak girdim, kilidi de vurdum.Anahtar olmadığı için Şükrü donla koridorda kalmıştı.


"Yapma, etme, ne olur senin kapını aç.Şimdi rezil olacağım" yalvarırken, asansörün kapısı açıldı. Bir yığın kadın erkek Amerikalı turist çıktı. Şükrü'yü o halde görünce hepsi birden başladılar katıla katıla gülmeye. Şükrü nereye saklanacağını bilmiyordu.Tam 10 dakika kapıda yalvarttıktan sonra içeri aldım. Tabiki küfürün bini bir para, O gece kendi odasında acaba elbiseleri mi alırlar mı diye rahmetli tüm koltukları, masaları kapının arkasına yığarak yatmış.


Kaynak: Dr. Necati Karakaya - Futbolda 50 Yıl Yaşadıklarım


SonBarikat




7 Temmuz 2009 Salı

Yokluğun Cehennemin Öbür Adıdır



Seni bağırabilsem seni
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına düşmüş bir kibrit çöpüne
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Ahmed Arif

Ruhun Şad Olsun Alper Kılınç

Beşiktaş aşığı kardeşimiz Alper Kılınç'ı ölümünün 2. yılında saygı ile anıyoruz. Ne yerin doldu, ne de yokluğuna alışıldı. Biliyoruz ki iki kupaya sen de çok sevindin.
Ruhun şad olsun Alper.
SonBarikat

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Üzerimden Eksilmesin Bayrağımın Gölgesi # 17

Kuzguncuk Beşiktaşlı












Kuzguncuk'u kareleyerek, "Kuzguncuk Beşiktaşlı" diyen Tribün Dergi'den Adler (Serhan) ve sevgili eşine sonsuz teşekkürler.

5 Temmuz 2009 Pazar

Üzerimden Eksilmesin Bayrağımın Gölgesi # 16

Tekirdağ

Tekirdağ rakısı değil, Tekirdağ çArşı'sı

Üzerimden Eksilmesin Bayrağımın Gölgesi # 15

Yeniköy
Tarabya

Dünyanın en güzel ışığısın Beşiktaş...

2 Temmuz 2009 Perşembe

Türküler Yanmaz...Sivas Unutulmaz


Yumrukluyorum duvarları
Yumrukluyorum kara gecenin bedenini
Ellerim kan içinde nehirler taşmış yanaklarımdan
Otuz yedi can
Otuz yedi gül çatlamış susuzluktan Sivas'ın içinde
Nasıl uyku tutar gözlerimi?
Döne döne semaha dönenler tutuştu önce
Sonra türküler
Sonra da şiir çığlıksız düştü türkülerin yanıbaşına.
Sivas, Sivas... !
Yiğitlik midir emanet cana kıymak?
Yiğitlik midir bir tutam ışığı kör bıçakla güneşten koparıp karanlığa kurban etmek?
Söyle hangi kitapta vardır elleri kolları bağlıyı yakmak?
Var mıdır kardelen akında bir avuç inciyi ateşe tutmak lo?
Böyle garip düştüğüme bakma böyle mahzun durduğuma...
Varsın ateşin suskunlukla beslensin
Benim de yüreğim gençliğini almış yanına
Yürür başı dik
Senin de dağların var sıvas, senin de dağların...
Dağlarında şahanların...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Kemal Özer'i Kaybettik, Başımız Sağolsun

Beşiktaş taraftarı, emekçi sınıfların yoldaşı şair büyüğümüz Kemal Özer, dün öğleden sonra geçirdiği kalp krizi neticesinde sonsuzluğa göçmüştür. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz; camiamızın, sevenlerinin, edebiyat dünyasının başı sağolsun.
Ölüm adın kalleş olsun.

SonBarikat