6 Temmuz 2011 Çarşamba

BURAYA NOKTA!


40 BİN kişiyiz...

Yazıyor çiziyoruz... 1'inci tekil şahıslar olarak birbirimizin "cıvıltı"larını dinliyor, gitgide "sosyal"leşiyoruz...

Bu kapsamda "blogspot" platformunda ayrı bir "barikat" yansımasına gerek olmadığını düşündük nihayetinde.

Ve yayınımıza, devam etmekte olduğumuz "sonbarikatbesiktas.com" üzerinden erişilmesini istedik.

“Beşiktaşlı olmak” ileri doğru 1 adım ise, bunun gereğinden kaçmak geriye doğru 2 adım götürür ki o yolun sonu fenadır…

Erdemlerden bir barikat örmüş bu gelenek; dileriz ki, oradan taş eksiltenin beli doğrulmasın…

Kardeşlikten, dayanışmadan, ortak ruhtan, adalet savunuculuğundan, tevazudan, dürüstlükten ısrarla geri duran kişiden Beşiktaş’ a gelecek fayda yalandır, suya yazılan yazıdır…

Biz, kalbimizde yüz yılı devirmiş yazılarla yaşayan Beşiktaşlılar, o sulardan uzak durmadıkça, kalbimizdeki o yazıların sahiplerine verilecek hesap var demektir.


Böyle yazmıştık daha önce. Baktık ki herkes bölüne bölüne, 1 nci tekilin kardeşi, kendinin dayanışanı, iç dünyasının ruh ortağı, sokakta beraber gezdiği beraber makara yaptığı kankasının adalet savunucusu olmuş.

Dürüstlük, tevazu sözlüklerden fırlama mumla aranılası "laf" olmuş...

Kendi adımıza hesabımızı veriyor, ve bu "blogspot" platformumuzu "arşiv" nitelikli bir alan olarak bırakıp www.sonbarikatbesiktas.com üzerinden yayınımızı sürdürme kararı alıyoruz.

SonBarikat.

27 Haziran 2011 Pazartesi

TRAJEDİ'DEN KOMEDYA'YA / TESİSLEŞME DEĞİL, TEZ PİSLEŞME!

YUSUF TUNAOĞLU

TRAJEDİ

Bazı insanlar vardır aradan yıllar geçsede isimleri unutulmaz, bazıları ise yaşarken” Efsane” olmuşlardır. Onursal Başkanımız Süleyman Seba gibi. Spor Kulüpleri, camiaların önde gelen kişilerinin isimlerini tesislerine vererek Onları sonsuza kadar yaşatacaklarını herkese gösterirler …

Beşiktaş Jimnastik Kulübü de, Dikilitaşta bulunan Spor Salonuna Süleyman Seba'nın ismini vererek Onursal Başkanını hayattayken birkez daha onore etmiştir. Başta Hentbol ve Bedensel Engelliler Basketbol takımımızın iç saha maçlarını oynadıkları bu salon ayrıca Amatör Şubelerimizin alt yapılarının da kullandığı bir salondur. Lakin hali hazırdaki bakımsız hali Beşiktaşımıza yakışmamaktadır…

Stadımız ise bir inşaat firmasının adı ile anılmakta bu durum en başta Stadımızın Adı “Şeref Stadı” olsun mücadelesini yapan Beşiktaşlıları rahatsız etmektedir. Ama hali hazırdaki Yönetim, taraftarın bu talebini görmezden gelerek, işi Ahmet Şerafettin Bey`in anma törenlerine "bir çiçek bir çelenk" göndererek geçiştirmektedir. Beşiktaşın hali hazırda yöneticileri bilmelidirler ki bu meşru mücadele “bir çicek bir çelenk” ile geçiştirilemeyecek kadar kutsal, ve zafere kadar sürecek bir mücadeledir …

Yine uzun yıllar başta Basketbol takımlarımıza olmak üzere bir çok şubemize ev sahipliği yapmış ve Kurucularımızdan Rahmetli Ahmet Fetgeri nin adı ile isimlendirilmiş salonumuz, yine A futbol takımımız olmak üzere bir çok alt yapı takımımıza ev sahipliği yapmış “Hakkı Yeten Stadyumu”, maalesef dönemin yöneticileri başta İlhan Durusoy un marifeti neticesinde tarihe karışmışlardır...

Hali hazırdaki yönetim yerle bir ettiği yapıların yerine “isimlerine yakışır” yeni yapılar inşaa etmek zorundadır... Yoksa tarihine sahip çıkamayan bu camia, bugün sadece “tesisler sorununu” yazdığımız ve bunun gibi sayısız sorunu olduğunu bildiğimiz kulüp Tarihe karışacaktır…

Fulya'da direnen tek yapı Rahmetli Şan Ökten Ağabeyimizin adı ile anılan “Şan Ökten Kamp Tesisleri” dir ki tesisin içler acısı hali ortadadır ve durum Beşiktaşımıza yakışmamaktadır. Bu konuyu “tutulmayan sözler defteri” başlığında geçmişte işlemiştik. Tesisin Şan Ökten in hatırasına uygun yenilenmesini ve korunmasının takipçisi olacağız…

Bir de rahmetli Şevket Belgin'in kulübümüze tesis yapılması şartı ile bıraktığı miras var ki, insan hali hazırdaki tesislerin halini görünce “böyle olacaksa hiç olmasın” diyor lakin Rahmetlinin mirasının layıki ile yerine getirilmesi, başta Beşiktaş Kongre üyeleri olmak üzere Beşiktaşa gönül vermiş tüm kişilerin öncelikli meselelerinden biri olmalıdır…

Hal böyle; mabedimizin adı bir İnşaat Firması, bir diğeri gazlı içecek markası ile isimlendirilirken, hali hazırdaki diğer tesislerimiz acilen bakıma ve yenilenmeye muhtaç iken ve Fulya'daki Tarih yok edilirken, buna vesile olanlar Beşiktaş'ın içinde Beşiktaş'tan uzak başka dünyalarda başka alemlerdeler…

Meselenin esasına gelelim Yusuf Tunaoğlu ...

Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü (GSGM) İstanbul İl Müdürlüğü’nce yürütülen ‘100 Gönüllü 100 Tesis’ projesi kapsamında, 2001 yılı sonunda, Turgay Ciner, Zafer Yıldırım ve Beşiktaşlı iş adamı Mehmet Kazancı tarafından yaptırılan Ayazağa Stadı çürümeye terk edilmişti bundan 2 sene önce.

Beşiktaş’ın büyük vaatlerde bulunarak GSGM’den kiraladığı ve unutulmaz futbolcusu Yusuf Tunaoğlu’nun adını verdiği stat, o tarihlerde kaderine terk edilmiş durumdaydı. Ayazağa’nın belki de en iyi yerlerinden birine konuşlanmış olan, ormanlık alan içindeki betonarme tribünü ve yüksek kalitedeki çim yüzeyi ile, bir zamanlar geleceğin futbolcularına kapılarını açan bu spor tesisi, tinercilere ev sahipliği yapıyordu.

Tesisin terk edilişi sonrasında, bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle virane hale geldiğini belirtiyorlardı semt sakinleri... Spor tesisi olarak yapılmış bir yapının, yasadışı ve kanunsuz olayların döndüğü bir pislik yuvası haline gelmesinin, başta tesise adının verilmiş olduğu Yusuf Tunaoğlu’na saygısızlık olduğunu vurgulayarak, “Rahmetlinin mezarında kemikleri sızlıyordur” diyorlardı...

2 sene önce Tesisin içler acısı durumu boy boy haber olunca, 2 ay içinde Kaymakamlık duruma el koyuyordu.

Harekete geçen Kaymakamlık, stattaki iki görevliyi başka işlere veriyor, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ise hasar tespiti yaparak Siyah-Beyazlı kulübe açtığı davayı kazanıyor ve Beşiktaş 270 bin TL ödemeye mahkum ediliyordu.

Fakat, Beşiktaş’ın efsane futbolcularından Yusuf Tunaoğlu’nun ismini taşıyan bu stat, Yıldırım Demirören yönetiminin cüzi miktardaki kirayı ödememesi nedeniyle kulübün elinden alınıyor ve Galatasaray’a tahsis ediliyordu!

Yani hem Beşiktaş altyapısının kullanımı için yapılan stat elden gidiyor, hem Yusuf Tunaoğlu ismine saygısızlık yapılıyor, hem de Beşiktaş’ın kullanım hakkına sahip olduğu tesis ezeli rakip Galatasaray’a kaptırılıyordu.

Tesisleşme vaatleri gölgesinde, "Tez Pisleşme" yolunda adım adım ilerleyen zihniyet burayı da kaybediyordu...

KOMEDYA

Biz ise yine merak edip yollara düşüyoruz şimdi... Evet merak ettik.. Gidip bakalım neler olmuş, nasıl geliştirmişler diye merak ettik.. İşte trajediden komedya yolculuğumuz böyle başladı.

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

Ayazağa köyü'ne İETT nin bölgeye tahsis ettiği 41 nolu araçla ulaştık... Kısa bir araştırmadan sonra stadın yerini bulduk... İndiğimiz yerle tesis arasındaki yolda, bir vadiye inip ardından bir tepeye tırmanmamız gerekiyordu, gereğini yaptık ve hedefe ulaştık...

Bir baktık ki dünden bu güne tık yok.... 2 Sene önce "berbat" diye elimizden kaçan saha aynen bu gün de berbat...

Hatta ortada saha falan da kalmamış... Yağmalama o kadar büyük boyutlara ulaşmış ki kale direklerinin çalındığını görmezden gelsek bile, sahayı çevreleyen demirlerin bir kısmı da sökülüp götürülmüş ...

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

Başta Beşiktaş alt yapısına hizmet, ardından çevredeki gençlerin hizmetine sunulan tesis, aradan geçen yıllarda "şöför eğitim pistine dönüşmüş"... Ülkemizdeki trafik kazaları düşünüldüğünde bunun da zaruri bir ihtiyaç olduğu gerçeği karşısında söylenecek çok fazla söz yok ... İstanbul trafiğinin aşina diyaloglarından "araba kullanmayı tarladamı öğrendin ?" sözüne karşılık, yeni bir cevap doğmuş burada; "Yok Yusuf Tunaoğlu stadyumunda öğrendim"...

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

Tesis şu an akşamcıların uğrak yeri... Depozitolu ürünler ve teneke kutular toplanmasına rağmen, yine de ortada yığınla başta bira şişesi olmak üzere envai çeşit çöp görülmekte...

Bu arada günden güne büyüyen köy mezarlığı kale arkasından sahaya ulaşmak üzere...

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ


Ülkede ki doğal ölümlere trafik kazaları, başta Kanser ve diğer hastalıklar eklenince, artı bu duruma toplumsal cinnet hali eklenip kadın cinayetleri de artınca, bireysel silahlanma neticesinde düğün-asker-uğurlamalar ve maç sonu sevinçlerindeki kayıplar artınca, köy mezarlığı yetmez olmuş, kısa zamanda sahanın bir bölümü, hemen hemen "ceza sahası"nın orası ebedi konuklarını ağırlamaya başlayacak duruma gelmiş...

Yapıda şu an muhtemelen gayri resmi olarak "mezarlıkçı" ikamet edip iş görmekte...

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

Tesisin üzerindeki Beşiktaş Arması ve "Yusuf Tunaoğlu" ismi sökülmüş ama 100 tesis 100 gönüllü künyesi, ibret vesikası gibi duruyor tesisin girişinde...

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

22 Temmuz'a az kaldı.... Yusuf Tunaoğlu'nu anacağız belki de o gün...

Bu Traji-Komedya'ya dayanamayacak duruma gelmiş olma ihtimali olan, tüm "arma sevdalılarını" tutup elinden götüreceğiz galiba tesise...

Ağlamak sızlanmak için değil ha, kederden akşamcılara mekan ortaklığı etmek için...

Buyrun aşağıdaki köşelerden birini seçin...

Haydi "Şeref"inize !!!

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

YUSUF TUNAOĞLU TESİSLERİ

GÖKHAN KAPTAN

GÖKHAN AKSU

Kaptanın 3 sene önce BJK Dergisinde yer alan röportajını hatırlatacağım sizlere... Ama önce birkaç cümle ile Gökhan'ı anlatmak, son durumu değerlendirmek yerinde olur.

Gökhan 37 yaşındaydı... (Nesih 36, Yılmaz ise 38)... Ve bu sene takım içindeki ciddi sakatlıklara rağmen aldığı süreler de ortada... Geçtiğimiz sezon Beşiktaş'ta belki de son seneleri olduğunu, en iyi kendisi (diğer oyuncularımız için de durum aynıydı) biliyordu... Sadece bu kadar ani, bu kadar fitursuzca ve vefasızca hoşçakal denileceğini ummuyordu...

Peki Halilagiç'i kaç Beşiktaşlı hatırlıyor ? Hani Orhan Yıldırım'ın "idmanda açlıktan bayıldığını" ima ederek yazarlık hayatında, tek Hentbol yazısı yazmasına vesile oyuncumuz... Daha önce aktarmıştım yine "tatlı idmanların" birinde, Halilagiç kenarda malzemeci ile dertleşiyor, paralarını alamadıklarından, ek iş olarak tercümanlık yapacağından falan bahsediyordu Halilagiç... Sessizce gitti.... Ne bir teşekkür, ne bir vefa, ne onore edici bir plaket, ne yalandan bir çiçek ...

Ben iddaa ederim Gökhan Aksu (ve tabi Yılmaz ve Nesih de) Beşiktaş'a rakip olsunlar, oynadıkları takım en ciddi rakibimiz olur... Tıpkı Cengiz Hatırnaz'ın ve Murat Güder'in İzmir'e gittikleri ilk sene olduğu gibi... Ama bitti... Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi... Yapılması gereken şey sporcularımıza teşekkür ederek ayrılmaktır maalesef...

Gökhan ve Yılmaz " Halkın Takımı" zamanında, bizim kapalıda durduğumuz yerin birkaç basamak altında sağ tarafta duruyorlardı... Belki de Hentbol takımımızı diğer şubelerden farklı bir yere koyarak sahiplenmemizin vesilesi idi özellikle Gökhan Aksu'nun "futbol maçlarında" gösterdiği performans...

Takım Türkiye'de almadık kupa bırakmadı, ama şampiyonlar ligi ön elemeyi bir türlü geçemeyip her sene EHF'de yoluna devam etti... Eğer bu durum sorgulansa, emin olun bu sporun ülkemizde ve taraftarımız arasında popüler olmamasından kaynaklandığı görülecektir. Aynı başarı/başarısızlık dengesi futbolda olsa, yer yerinden oynar, hoca-oyuncu kelleri ardı ardına kopartılırdı...

3 sporcumuza da, sağlıklı bir ömür dilerim..

Teşekkürler Beşiktaşlı Gökhan, Teşekkürler Beşiktaşlı Yılmaz, Teşekkürler Beşiktaşlı Nesih.

Şimdi bakalım Kaptan "Sarı Gökhan" neler söylemiş 2008 Ocak ayında... Defalarca İnönü Stadında onbilere kupa kaldıran unutulmaz kaptanımıza kulak verelim....

Ali MANDACI




GÖKHAN AKSU

Beşiktaş Dergisi Ocak 2008 sayı 81

Hentbol Takımımızın kaptanı Gökhan Aksu

"Beşiktaş`ta Kaptanlık Onurdur "

Her sezon şampiyonluğa oynayan Hentbol takımımızın kaptanı Gökhan Aksu ,Hentbol ve Beşiktaş ile ilgili Tüm düşüncelerini bizimle paylaştı.Gökhan Aksu doğuştan Beşiktaşlı sporcularımızdan birisi... 1994 yılında giydiği Beşiktaş formasını, 13 yıldır gururla taşıyor. En başarılı branşlarımızdan biri olan Hentbol takımımızın aynı zamanda kaptanlığını yapan Gökhan Aksu, Beşiktaşlılığını şu sözlerle anlatıyor :

"Bütün sülalem hatta gelinler ve damatlar bile Beşiktaşlı. Her sene İnönü Stadından kombinemi alırım. Hiç ihtiyacım olmadığı halde bir sürü lisanslı üründe alırım ..."

İşte bu sezon şampiyonluk yolunda ilerleyen Beşiktaş Hentbol takımımızın tecrübeli oyuncusu ile sohbetimiz...

Hentbolü seçme nedenin neydi ?

Açık konuşmak gerekirse bugünkü şartlarda biraz pişmanım(gülüyor)... 9 yaşında, ilkokuldaki beden eğitimi öğretmenimin yönlendirmesi ile bu spora başladım. Lüleburgazlıyım ve küçük şehirlerde basketbol ve futbol gibi sporlarda derece yapmak zor olduğu için buna yöneldim. Zamanla Yıldız Milli Takımına seçilmem, kamplarımız, erken yaşta para kazanmam ve birçok ülke gezip görmem çok cazip geldi. Aslında bir ara basketbola yöneldim ama hentboldeki sertliği bulamadım. İlk 5 dakikada 5 faulle oyundışı kalıyordum (gülüyor)...

Pişmanlığının sebebi ne peki ?

Türkiye'de hentbol branşında büyük bir gerileme var. Avrupa'daki rakiplerimiz her yıl 9-10 bin kombine satıyorlar. Bizde ise hentbol maçları gece 01.00 de yayınlanıyor. İlgi git gide azalıyor. İlginin olmadığı bir spor dalı da gerilemeye mahkumdur. Ayrıca ülkemizde bu alanda menajerlik sistemi gelişmediği için sporcular Avrupa'ya geçiş de sağlayamıyor. Sonuç olarak bu Milli Takıma da yansıyor.

Peki bu sorun nasıl çözülebilinir sence ?

Türkiye'de amatör branşlar ancak müesseselerin katkısı ile kalkınabilir. Eskiden çok fazla müessese takımı vardı ve ciddi bütçeler ayrılıyordu. Ama burada da şöyle bir sorun var; şirketlerin sahibi bir süre sonra "ben gerekli reklamı yaptım" diyerek şubeyi kapatabiliyor. Örneğin Eti, ligde şampiyon oldu. Arkasından Avrupa ikinciliği elde etti ama kapandı. Diğer taraftan bakarsak şu an ligimizde 8 belediye takımı var. Kulüp takımı sadece Beşiktaş. Geriye kalan 3 takım ise devlet kulüpleri Polisgücü, Jandarmagücü ve Milli Piyango. Eğer camiası olan kulüpler bu işe eğilirse istikrar ancak böyle sağlanır. Örneğin ben spor hayatımın sonuna yaklaşan biri olarak Galatasaray ya da Fenerbahçe ile bir derbi maçı oynamak isterdim. Ayrıca hentbol sertlik açısından bizim gibi Akdeniz ülkelerinde çok sevilebilecek bir spor. İşin içinde üç büyük kulüp birden olsaydı bana göre bugünkü durum çok daha iyi olurdu.

Beşiktaş Hentbol Takımı'nın şu andaki durumu ile ilgili neler söylemek istersin ?

Beşiktaş'ın bu alanda diğer kulüplere oranla emeği yadsınamaz. 4 Yıldır zirvedeyiz ve 2 kez namağlup şampiyon olduk. Bunun baskısını da hissetmiyor değiliz. Bizi yenenler "Efsaneyi yıktık" nidalarıyla dolaşıyor. İddası olmayan takımlar bile "Beşiktaş'ı kıstırıp o apoletleri sökebilir miyiz ?" mantığı ile maça çıkıyorlar(gülüyor)... Bu nedenle her hafta çok ciddi hazırlanmak zorunda kalıyoruz. Bursa'da ve Ankara'da kazaya uğradık ve İzmir Büyükşehir maçı bizim için çok önemliydi. Bunu da alnımızın akıyla atlattık. Şampiyonluk hedefimizi sürdürüyoruz. 4 Yıldır zirveyi kimseye bırakmadık ve bu şekilde devam etmesini istiyoruz. Tabii işimiz zor çünkü bu yıl mücadele 4 takım arasında gececek.

Şanssız bir şekilde elendiğimiz EHF Kupası ilgili ne söylemek istersin ?

1990 yılından beri Avrupa kupalarında mücadele ediyorum. Ama hiç bu şekilde elenmemiştim. Bir gollük mağlubiyeti yaşamıştım ama averajla elenmek gerçekten çok acı geldi. Bir de özellikle eklemek istiyorum ki Türkler'e karşı inanılmaz bir düşmanlık var. Bu maçta da hakemlerimiz Macar'dı. Biz hiçbir zaman ayrıcalık istemedik. Gördüklerini çalmaları bize yeter. Ama onlar görmek istediklerini çaldı. Normalde bir takım maç boyunca 25 dakika savunma yapıyorsa, biz 35-40 dakika müdafaa yaptık. Rakibimiz gol atana kadar oynattılar.

Şuan takımımızda pivot görevini üstleniyorsun. Ancak son yıllara kadar oyun kurucu oynuyordun. Bu değişimin sebebi neydi ?

Açıkcası ben savunma yapmayı çok seviyorum. Enerjimi ekonomik kullanmak açısındanda hücumu pek düşünmüyordum. Takımımızda da böyle bir ihtiyaç oldu. Oyun kurucu mevkiisinde çok iyi oyuncular vardı. Zaten aramızda "Ben niye orada oynamıyorum ?" tarzı tartışmalar hiçbir zaman olmaz. Antrenörlerimiz de benden bu şekilde yararlanmak istedi. Zaten 33 yaşındayım, bu saaten sonra da böyle devam eder diye düşünüyorum.

Pivot pozisyonu bir hentbolcudan neler bekler peki?

En önemlisi güçlü olmak ve ayaklarının yere sağlam basması.Çünkü maç içinde en fazla darbeyi pivot alır. Bunun dışında oyun kurucudan sonra oyunu yönlendiren kişi pivottur. Bu nedenle iyi pozisyon almalı ve sezgileri güçlü olmalı.

Hentboldeki sertlik sporcuda bağımlılık yaparmı ?

Kesinlikle yapıyor. Bunu merak eden herkesi bir gün antrenmanımıza bekleriz. Isınmaya basketbolla başlıyoruz. Ama basketboldan başka herşeye benziyor (gülüyor)... Bana göre hentbolün en güzel tarafı da bu. Örneğin bu yüzden voleybol bana hiç çekici gelmiyor. Düşünsenize rakip takımdan bir adam olmayacak birşey söylüyor ama arada file var. Benim içim içimi yer (gülüyor)...









GÖKHAN AKSU

Aynı zamanda takımımızın kaptanlığını da yürütüyorsun. Bu konuda neler söylemek istersin ?

Takım kaptanlığı gerçekten zordur. Özellikle ortam gergin olduğu zaman, bütün problemleri önce antrenöre sonra yöneticiye iletme görevi kaptana aittir. Ama bana en zor gelen kısmı deplasmanlarda birlikte hareket etmeyi sağlamak. Çünkü kaç yaşına gelmiş, evli barklı adamlara ne yapacağını söylemek çok zoruma gidiyor(gülüyor)... Tabii genç arkadaşlara daha çok uyarıda bulunuyoruz. Açıkcası ihale genellikle onlara kalıyor. Biz de o devrelerden geçtik. Tüm bunların dışında taraftarı olduğunuz bir kulüpte hem sporcu hem de kaptan olmak 15 milyonun içinde herkese nasip olmaz. Bu benim için büyük bir onur.

Beşiktaş'ın en başarılı branşlarından birinin sporcusu olarak takımdaki arkadaşlık için neler söyleyebilirsin ?

Kesinlikle çok iyi. Bu Beşiktaş'ta hep böyle olmuştur. Bu forma altında 13. yılım geçti ve ve hiç bir zaman gruplaşma olduğunu görmedim. Her kulüpte zaman zaman maddi durum kötü olabiliyor. Ama biz zor zamanları arkadaşlığımızla yenebiliyoruz.

Tecrübeli oyuncular olarak genç oyuncularla aranız nasıl ?

Hayat bu, zor. Rütbe, yaş ve tecrübe olarak bizden birşey almak istiyorlarsa dinlemek zorundalar. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Beşiktaş Camiası içinde hiç bir zaman küçüğünü ezme gibi bir durum olmamıştır. Ben genellikle birşeyler öğretebilmek için genç oyuncuları seçerim. Tabii bir şeyler alabiliyorlar mı onlara sormak lazım.

Sanırız yeni evlenen sporcularımızdansın...

Geçtiğimiz Mayıs ayında evlendim. Baktım yaşım geldi, evlenmeye karar verdim. Tabii insanın karşısına evleneceği insanın çıkması çok önemli. Ben herkese tavsiye ediyorum. Birine "Seni seviyorum" diyebilmek çok güzel Eşim aileden Beşiktaşlı. Ama hentbola pek ilgisi yok ,futbolu daha fazla izliyor.

Çocuk yapmayı düşünüyor musunuz ?

Ben henüz askerliğimi yapmadım. Askerliğimi yaptıktan sonra düşünüyoruz. Çocuğumun da mutlaka spor yapmasını istiyorum. Kız olsun erkek olsun 4-5 yaşından itibaren Jimnastik yapmalı, 8-9 yaşından 12 yaşına kadar da yüzmeli. Çünkü bu iki spordan sonra istediği branşı rahatlıkla seçebilir. Daha sonra eğer ki hayatını bu şekilde kazanmak istemezse seçim yine kendisinindir .

Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı ?

Ligde hakemlerin çoğuyla yıldızımız barışmıyor. Genel anlamda bir Beşiktaş düşmanlığı var. Ama özellikle hentbolda bunun bir anlamı yok, çünkü Galatasaray ve Fenerbahçe'nin hentbol şubesi yok. Neyin itikamını alıyorlar bilmiyorum. Kulübümüze verdiğimiz bazı vaatler karşılığında para kazanıyoruz ve emeğimize saygı istiyoruz.

Teşekkür ederim...

18 Haziran 2011 Cumartesi

ŞEREF BEY'İ ANMAK / BEŞİKTAŞ'A SORULAR

BEŞİKTAŞ'A SORULAR

Bir grup Beşiktaş'lı ile birlikte, 11 Haziran 2011 Cumartesi günü mezar başında Şeref Bey'i andık... Kimdi Şerey Bey? Ölümünden yıllar sonra bizi mezarı başına getiren güç neydi ?

Beşiktaş Jimnastik Kulübüne futbolu getirmiş insan ve gelinen noktada Türkiye'nin en popüler futbol takımlarından birinin kurucusu olması yeterli sebep değildi elbette...

Bir dönem futbolcuların sezon öncesi getirildiği mezarının başına ne oldu da getirilmez oldu sezon başı futbolcular?

Değişen ne?

Futbol şubemizin kurucusunun mezarı başında, amatör şubelerin kapatılmasını konuşmak ve Beşiktaş'ta olmayan "muhalefetin", internet üzerinden var edilme komikliğini tartışmak bizim kaderimiz midir?

Yönetim - İstikrar- Başarı...

Ne kadar uzak geliyor bu kelimeler şimdi...

Beşiktaş'a senelerce gelen giden futbolcular kervanına, basketbol ayağımızdan Iverson ekleniyor, değişen ne oluyor?

Hocalarda da ayrı bir zik zak... Bir dünya çapında kariyerli hoca geliyor, bir "Beşiktaş'ın Çocuğu" dedikleri.... Sonra da "çocukların arkasındayız" denilip kapı gösteriliyor... Değişen ne oluyor?

Futbolu yaz yaz bitmez... Şimdi de bir kaç senedir süre gelen krizlerle, Basktebol çıktı karşımıza... Ödenmeyen maaşlar, parasını alamadıkları için idmana çıkmayan oyuncular, marka değeri bombası Iverson... İlerleyen ne? Basketbolu yazsak nereye taşıyacağız şimdi durumu?

Futbolda yapılan yıldız transferler yetmedi, devre arası alınanlar ve hocanın gitmesi/gönderilmesi olayları geliyor ardın sıra... Hali hazırda belli değil ne olduğu ne olacağı... "Şöyle olacak" diyebilenimiz var mı?

Fulya'da kaybedilen özdeğerlerimiz ve müteahite kazandırılan rant unutuldu gibi... Sahi neydi o antlaşmayı yapan yöneticinin adı? Nerede şimdi?

Şan Ökten Tesisleri...? İzni alındığı söylenen ama bir türlü başlanmayan yıkılmaya yüz tutmuş altyapı tesislerimiz?Haberimiz var mı ne durumda?

Peki mirasını Beşiktaş'a tesis yapılsın diye bırakan rahmetli Şevket Belgin'in mirası ? Ne oldu Şevket Belgin'in vasiyeti ile devrettiği miras?

Bunlar; "yönetimsel yalpaların, cevapsız soru işaretlerinden sadece bir kaçı"...

Tamamını yazmaya ne kalem dayanır, ne de sabır...

Ama şimdi moda "İnternetten Muhalefet"...

İnsanımız rahatsızlık duyduğu şeyleri, teknolojinin de yardımı ile anında birçok insanla paylaşıyor... Peki ne kadar etkili oluyor?

Bu konuyu Beşiktaş özelinde inceleyecek miyiz acaba? Kafa yoracak mıyız?

Yeri gelmişken bir örnekle bitirelim, özeleştiri mahiyetinde olsun bu da..."Kaçmak için bahaneniz çok, ama siz hesap vereceksiniz" diye çok iddalı bir ara yüz (internet işi site giriş aparatı işte) yapmıştık Demirören, Celalettin Kolot , Sinan Engin'in resimlerinin bulunduğu... Ne oldu? Koca bir hiç.... Kulübün "gerçek sahibi" kongre üyeleri sordu mu bu hesapları? Tabii ki hayır....

Taraftar da bir yere kadar... Kongre üyeleri sahip çıkmadıkça, kulüp bu bataklıktan kurtulamayacak...

O zaman kongrelere bakalım.... Üye sayısına, katılıma bakalım... Yanısıra üye niteliğine bakalım...

Nasıl üye yapılıyor insanlar bu külübe? Onu inceleyelim...

Bir dönem "Beşiktaş Kongre Üyeleri arasında başka takımların taraftarları var" iddası araştırılmış ve bir sonuca ulaşılmaya ramak kalmışken, neden el çektirilmişler? Ona bakalım...

Başkanın susturmak için BJK-TV yi armağan ettiği "arşivciye", yine önce derginin başına astronomik bir ücretle getirilen sonra da kapıya konulan Gökhan Dinç olayına bakalım... TV'ye verilen nakit paranın nasıl çarçur edildiğini araştıralım ... Olmaz mı?

Yeşilköy tesislerinin akibetini soralım... Pendik kürek tesislerinde "mutfak denetimi" sırasında görülen rezaletin neticesinde, mühürlenecek olan tesisin yine bir Beşiktaşlı kardeşimiz tarafından "taraftar hissiyatı" ile davranılarak, işlem yapılmadığını bilelim... Çilekli'deki tesislerin kullanım hakkı ne durumda? Onu soralım...

Siyasetin müdahalelerini görelim... İktidar partisi vazgeçmedi anlayalım... Murat Aksu'nun adaylığı sırasında sosyal demokrat refleks gösterip kerhen Demirören'e destek verenler neden mali kongrelere katılmazlar? Neden ortalıkta görünmezler? Neden sesleri çıkmaz?

Anlamaya çalışalım...

Yoksa sebep A.Keçeci'nin bir yazısında yazdığı gibi; "kongrelerde mafyavari işler oluyor" olması mı? Bunu öğrenelim...

İnsanlarımız tehditle mi sindiriliyor? Araştıralım...

Bir sürü soru ve alınacak bir sürü cevap var?

Kısa keselim şimdilik... Sonra da takip edelim....

Ama nihayetinde, sormaktan hiç yorulmayalım...

Hatırlamak için hep soralım...

MEDYA KAYNAĞI

bjk medya

Ne olursa olsun genç voleybol takımın türkiye 2 ncisi olmuş... Çocuklar günlerce emek harcamış, ter akıtmış, dünyanın öbür ucunda değil, istanbulda bu çocuklar. Gidip 2 kelime hocalarıyla görüşmek, turnuva değerlendirmesi almak, çocukların bir iki fotoğrafını çekip duygularını sormak çok mu zor?

Bir dönem erişebildiğimiz kadar biz yaptık bunu "örnek olur" diye... Kendi dönemi içinde tek oldu ve o da orada kaldı... Fakat bu işin üstünden para kazanan, ekmek yiyen "beşiktaş medyası" bir türlü şu popülizmden kurtulup bir ayağıyla kulübe hizmet anlayışına geçemedi...

Hiçbir alanda yeni birşey yok.... Yeni laf yok... Yeni merak yok... Araştırma, üstüne gitme yok.... Sorma yok, cevap arama yok.... Yorumlama, aktarma yok....

Ne var?

Açar açmaz memeleri sarkıtmış güzel hatunların ilk göze battığı herkesin tekrar ettiklerini yazan haber sitelerimiz var...

Ne var?

"Transfer Borsası" sloganıyla yayın yapan , yayın hayatı boyunca kolpadan cukka üretmeye gayretlenmiş, Beşiktaş için harcayacağı emeği, dilini kurutacağı lafı hep abidik karışıklıklara, gubidik dedikoldulara harcayanlarımız var...

Ne var?

Sürekli resmi site taklidi yapan, eh ama işte ancak onun kadar beceriksiz olan, imlası bozuk, alelacele toplama haber ve köşe yazısını derleyip "hizmet ürettiğini" sanan online taraftarlarımız var...

Ne var?

Muhtemel ki 2-3 kardeşimizin bir araya gelerek 15 liraya aldıkları domain adını, "bir ara prim yapar da kulübe çakar mıyız?" zihniyetiyle elde tutup, sonra da girişine "burası bjk resmi sitesi değildir" şeklinde açıklama koyarak, totomaç, fan-etik ve bilimum "para indirme sporuna hizmetli" gazete sitesinden topladıkları haberlerle yayın yapan, üstüne üstlük adını da Beşiktaş "Fan" Sitesi koyanlarımız var (bknz: "Fan"; yelpazelenmek, havalandırmak, hava vermek, körüklemek, tahrik etmek, alevlendirmek, yelpaze şeklinde açılmak, yayılmak, esmek)...

En acısı da, içinde sevdiğimiz beğendiğimiz insanların kelamlarının da aktığı, voleybolcu çocukları arayıp bulacağına, iki kelam hal hatır soracağına, Denizli'de sandığa "Beşiktaş" yazıp atan çocuğu arayıp kilometrelerce öteden bulan, "22 yıldır kongre üyesiyim, bişeyler anlatıcam ağzınız açık kalacak" edasıyla 22 yıllık kulüp içi söz-yetki-karar mekanizmalarındaki ataletini, sorgulamazcılığını belgeleyip, üstüne lütuf bekleyen "az sonra" zihniyetli, "esintili-fırtınalı-boranlı" köşe yazarlarıyla kartal adına bakan ama maalesef göremeyenlerimiz var...

Ne var? Ne var yani? 1 yıl arasak ucu bucağı gelmeyecek bir dolu benzer türedi gereksiz alan var...

Maalesef ki aynı kafeste yaşamaya devam eden birbirinin kopyası bi dolu gereksiz "bizden maymun" var...

Forumlarda transfer tartışan taraftarın ayarına göre yazı yazan köşe yazarlarımız var...
Bu köşelerde yazanların laflarına gıcık olup ayar veren blogcularımız var...
Bloglarında kişisel ilgi alanları üstünden 1 resim 3 kelam ile değdirip çekenleri bir araya getiren sitelerimiz var...

Ama adam gibi bir "Medya Kaynağı" yok..

Özkaynak deriz ya hep... Hani herşeyimizin can suyudur o... Medya Kaynağı da olmalı bir tarafımızda... Felsefesi olmalı... Zihinsel yapılanmamıza düşünce suyu olmalı...

Ama yok...

İlle de maymunluk, ille de kabuklu çerez...

Atmıyoruz ulan kafesinize yem...

Açlığınızda yok olun demek var ama sizin varlığınızda biz "acımızdan ölüyoruz"...

Yazık... Ki bin kere yazık...

15 Haziran 2011 Çarşamba

TEŞEKKÜRLER BEŞİKTAŞ!

FİLENİN GENÇ KARTALLARI



Beşiktaş Genç Erkek Voleybol Takımımız 11 Haziran Cumartesi Türkiye Şampiyonası finalinde, Denizli de karşılaştığı rakibi İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a 3 - 1 yenilerek 2010-2011 sezonunu 2. olarak tamamladı...

Genç Erkek Voleybol takımımız, maçın ilk setini 25-18 kazandı. 2. sette rakibimiz 15-25'lik üstünlükle skoru 1-1'e getirdi. 3. setten 22-25 üstün ayrılan rakibimiz 2-1 öne geçti. 4. setten 24-26'lık skorla galip ayrılan rakibimiz maçı 3-1 kazandı.

Sezon içerisinde ligde kazandığı puanlarla A takımına katkı sağlayan, sakatlılarla boğuşan A takımına zaman zaman oyuncu veren ve başarılı bir sezonu şampiyonlukla taçlandıracakken son anda finalde kaybeden takımımızı yürekten kutluyoruz...

Teşekkürler Filenin Genç Kartalları....

Ayrıca takımımızı Denizli'de yanlız bırakmayan, amatör şube maçlarına, hem de as takım değil genç takım maçlarına, hafta içi, çalışma saatleri içinde 12-13 kişi ile gidebilmek İstanbul da dahil her baba kartalın harcı değilken armanın peşine düşen Denizli'li Beşiktaşlılara da ayrıca teşekkürler.

Artık Türkiye de Beşiktaş Derneklerinde kronik hale dönüşmüş tabela hastalığından kurtulamayıp işine geldiğinde taraftardan destek isteyen, işine gelmediğinde arma sevdalılarını görmezden gelen Dernek zihniyeti Denizli'de de görülmüştür. Derneğin hiçbir desteğini arkalarına almadan armaya koşan Denizli Kartallarına helal olsun...

ENGEL-SİZ-SİNİZ / ERSİN ATA

ersin-ata-engel-sizsiniz






Arka Kapak
Bu kitap; azmin kitabıdır.
Bu kitap; yaşama sevincinin kitabıdır.
Bu kitap; her türlü zorluğa rağmen
hayatın ne kadar güzel olduğunu gösteren bir kitaptır.
Bu kitap; Ersin’in hayatıyla birlikte tüm engellilerin
ne derli zorluklar çektiğini anlatan bir kitaptır.
Bu kitap insanın hayallerinin asla ölmeyeceğini gösteren bir kitaptır.
Bu kitap; en zorlu durumlarda bile aşkın kendisine yeşerecek bir alan bulabileceğini kanıtlayan bir kitaptır.
Bu kitabı okuyanların engellilere karşı çok daha duyarlı olacağından hiç kuşkum yok.
Bu kitabı okuyanların kendilerinin de bir engelli adayı oldukları gerçeğiyle yüzleşeceklerinden hiç kuşkum yok.
Aynı zamanda bu kitap; ‘BEŞİKTAŞK’ın kitabıdır.
Takım sevgisinin bir insanı nasıl da hayata bağladığını gösteren çok çarpıcı bir örnektir.
Sadece Beşiktaşlılar’ın değil, tüm takım taraftarlarının ibretle okuması gerektiğine inandığım bir kitaptır.
Ve bu kitap; kuşaktan kuşağa aktarılması gereken çok önemli bir anı kitabıdır.
Eline sağlık Ersin,
yüreğine sağlık kardeşim…

Mehmet Coşkundeniz

30 Mayıs 1983 yılında serebiral palsili (beyin felçli) olarak Erzincan'da doğdum. Zorluklarla başladığım bu hayata ailemin çabaları ile lise mezunu olmayı başardım. Her zaman bir bilgisayarım olma hayaliyle yaşamıştım. Sonunda 2006'da bilgisayar ve internetle tanıştım. Tanıştıktan sonra hayatım değişti ve yazar olarak bu hayallerime devam ediyorum. Hayatımı anlattığım kitabım ENGELSİZSİNİZ ile beni tanıyacaksınız..
Sevgiler...

Ersin Ata Bizden biri...

BEŞİKTAŞLI...

Ersin Ata Web Sayfası



KARA KARTAL

12 Haziran 2011 Pazar

BEŞİKTAŞ ŞEREF'TİR, ŞEREF BEŞİKTAŞ'TIR!

BEŞİKTAŞ ŞEREF'TİR, ŞEREF BEŞİKTAŞ'TIR

Beşiktaş için bir adım atanı da , yüz metreyi en hızlı koşanı da selamlayarak geldik...

Beşiktaş'ı bir uzun maraton gibi görüp sabırla , sonu gelmeyecek bir yolda sonsuzluğa yürüyenleri selamlayarak geldik...

Başka coğrafyalarda çok uzaklarda olsa da, "seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli " diyenlerin özlemi ile geldik...

Hani oturursun da bir meydanede rakını yudumlarken , duyarsın televizyondan izlediğin maçın içinde "Beşiktaşım sen çok yaşa" seslerini... Eşlik edersin ya mırıldanarak "canım FEDA olsun sana" diye... O tezahüratta biz seni duyarak yürüdük ...

Gelemeyenlerin selamını getirerek "AKIMIZLA KARAMIZLA SANA GELDİK"...

Bir çoğu 11 Haziran'da son bir çaba ile oy peşindeyken, biz seçimi çoktan yaptık ..." Hayatta Beşiktaş" dedik ve sana geldik...

Rahat Uyu Büyük Beşiktaşlı...

"Şeref'in Çocukları" seni asla unutmayacak...

http://www.sonbarikatbesiktas.com/besiktas-sereftir-seref-besiktastir-2.html

RADYASYON N'OLUYO, ORAN BURAN OYNUYO.

ÇARŞI NÜKLEERE KARŞI

9 gündür Taksim Meydanı'nda devam etmekte olan, Greenpeace öncülüğündeki "Nükleersiz Türkiye Direnişi" dün GS Lisesi önünden başlayıp Taksim Meydanı'nda son bulan yürüyüşle nihayetlendirildi. Yürüyüşe desteğini esirgemeyen Çarşı, pankartları ve sloganları ile renk kattı. Teşekkürler Çarşı..

http://www.sonbarikatbesiktas.com/radyasyon-noluyo-oran-buran-oynuyo.html

7 Haziran 2011 Salı

FİKSTÜRE ENDEKLSENMİŞ HAYATLAR DEĞİL BİZİM YAŞADIĞIMIZ





Fikstüre endekslenmiş hayatlar değil bizim yaşadığımız... Öyle olsa sezonun son maçında hakemin bitiş düdüğü ile kepenkleri kapatır, gelecek sezonun ilk maçını beklerdik... Ama biz "Beşiktaş Hayattır Hayat ta Beşiktaş" diyenleriz... Acıların paylaştıkça azaldığına, mutlulukların paylaştıkça çoğaltıldığına inananlarız... Onun içindir ki Küçükyalı Çocuk Esirgeme Kurumuna, minik kardeşlerimizi ziyarete gittik bir grup Beşiktaşlı arkadaşımızla... Bu ziyareti de "sosyal şirinlik "olsun diye yapmadık... "Paylaşma" işine inandığımız için yaptık ...



Günün sonunda minik kardeşlerimizin yüzlerindeki gülümseme, yaptığımız işin sağlamasını görmemizi sağladı... Evet doğru bir iş için yanlış zaman yoktu... Milyonlarca taraftarı olan bir camia, aynı gün bir kaç etkinliği dahi kotaramıyorsa bunun hesabını etkinliği önerenlere örgütleyenlere değil, dönüp bu camianın örgütlülüğüne sormak gerekir ...



39 ilçesi olan İstanbul'da devlete ait 9 Çocuk Yuvası bulunmaktadır... Belki kiminin hergün önünden farketmeden geciyorsunuzdur, belki fark ediyor da kafanızı o yöne çevirmiyorsunuzdur... Ama siz görmek istemeseniz de bu toplumun hali hazırda böyle bir sorunu var paylaşılmayı bekleyen...



Devlet kurumunları, eleştirilerimiz saklı kalmak kaydı ile sosyal anlamda bir çok faaliyetin, daha iyi olmasını beklediğimiz bir çabanın içersindeler... Ama biz bireyler olarak ne kadar bu konuya duyarlıyız?



Başta RitimArt Perküsyon Atölyesi sanatçıları ve sevgili Mustafa Kemal Çokşen olmak üzere, bu etkinliğe katılıp günün güzel geçmesini sağlayan dostlara çok teşekkürler...



Nasıl ki bizler geçtiğimiz hafta Ankara'da Beşiktaşlı arkadaşlarımızın lösemili kardeşlerimizle gösterdikleri dayanışmadan mutlu olduysak, bu etkinliğin de yine bir çok Beşiktaşlı kardeşimiz tarafından takdir edileceğinden ve örnek alınacağından şüpemiz yok...



Belki de günün tek moral bozucu gelişmesi, haberleri olmasına rağmen BJK-TV nin bu etkinliği es geçmesidir... Bugün stad konusunda bile, açmadığımız pankarta gönderme yaparak Beşiktaş taraftarını kötüleme gayretkeşliği içinde olanlara, kendi kanalımızdan cevap verme imkanı dahi sunamamış olmaları ayrı bir tartışma konusudur... Fakat bu etkinliğe bilfiil haber verildiği halde gelmemeleri işin en vahim noktasıdır.



Dediğimiz gibi dün olduğu gibi yarın da sayımızın azlığına çokluğuna bakmadan, yaptığımız işin doğruluğuna inanarak ve bu güzellikleri çoğaltarak yolumuzda yürümeye devam edeceğiz... Şunu atlamayın, biz orada Beşiktaş Taraftarını temsilen bulunduk... Bu duruma yakışır davrandık... Tıpkı bundan önce ve bundan sonra olacağı gibi, dün biz oradaydık yarın bir başka arkadaşımız bir başka etkinlikte yine "Beşiktaş Taraftarı kimliği" ile orada olacak..



Biz birbirimizin alternatifi değil tamamlayıcısıyız...



Gelen, omuz veren tüm dostlara teşekkürler.

MUTLULUKLAR NESİH ÇAKAR

Hentbol şubemizin değerli oyuncusu Mehmet Nesih Çakar, yine aynı spora gönül vermiş olan Çankaya Belediyesi oyuncusu Donka Garabska ile dünya evine girdi. Güzel insan, başarılı sporcumuz sevgili Nesih’i ve değerli eşini tebrik ediyor, bir ömür boyu mutluluklar diliyoruz.

5 Haziran 2011 Pazar

ŞEREF'E GİDİYORUZ!

“Yağmur altında kasıklarına kadar kül ve çamur içinde futbol oynamaya çalışırken izlediği çocuklar için birşeyler yapmalıydı Ahmet Şerafettin. Mesela oynayabilecekleri ve Beşiktaş'a ait bir stat.“

Beşiktaşlılar yine bir Haziran günü Şeref Bey anısına buluşuyor. Yine semtteyiz bayraklarımızla, pankartlarımızla...

Yine ulu çınarın tarihinden bizlere düşen selamı aldığımızı göstermek için...“Hep birlikte bu büyük kulübe dahil olup, onun futbol şubesini meydana getireceğiz.” şiarı ile yola çıkanlardan, Şeref Bey’lerden, Beşiktaşlı ahlakını ete kemiğe büründürenlerden almıştık bu selamı; büyüterek devam ediyoruz. Beşiktaş değerleri, geleneği ve ilkelerini salt sözden çıkarıp, hayatın kendisine ve tüm alanlarına taşıyan herkese selam ediyoruz yine.

Beşiktaşlılık hayata dair verdiğimiz belki de en büyük sözümüz; kıymetini hissettikçe tuttuğunu hissettiğin...Aldığımız en büyük emanet; gururlandıkça kıymetini bildiğin...

Bugün herşeyin değeri alma-satma ile ölçülürken, tüm sistem en çok kazanan üstüne kurulurken, mücadele yerine mutlak kazanma kutsanırken, kazanmanın saf tutkusu yerine de akıl-fikir oyunlarıyla her tür kazanç mübah görülürken, piyasa değerli sahte büyüklükler peşinde koşulurken...sen Şeref’inle oynayıp Hakkı’nla kazandıkça büyük düşünüyorsun...

Çünkü Beşiktaşlıysan biliyorsun ki, sadece kapladığın alan kadar değil eşsiz mirasını yaşattığın kadar büyüksün. Çünkü Beşiktaşlıysan biliyorsun ki, başkalarına benzeyerek değil, başkalığını yaşattığın kadar büyüksün...Beşiktaşlıysan bunu öğreniyorsun, bunu bilerek büyüyorsun...ve bunu bildikçe büyüyorsun.

Biz Şeref Bey’i sadece hatırlamıyoruz, biz Şeref Bey’i hatırlatıyoruz. Aslında Şeref Bey’i hatırlatırken, tüm aleme bunları da hatırlatmak istiyor Beşiktaş taraftarı. Hem Beşiktaş adına yetki verilmiş olanlara, hem her alanda Beşiktaşlılığı temsil edenlere, hem de dosta düşmana...

Şunu da tekrar hatırlatalım: Ulu çınarın tarihinin çıktığı yol belli; Beşiktaş’ın stadının adı Şeref Bey’dir. Er veya geç öyle yazılacak, öyle kalacak. Bu tarihin, bu mirasın, bu emanetin gereği bu. Beşiktaş’ın stadı da, adı ile, yapısı ile “sadece “ Beşiktaş’ı anlatır, Beşiktaş’ı yaşatır. Orada sadece Beşiktaş yaşar...

Evet, kalbimizin en orta yerinde büyük bir yangın var; Beşiktaşlılık tutkusudur o yangının ateşi. O ateşin körüğü de bu eşsiz mirastır. Selam olsun bu büyük emaneti bırakanlara...

“-Ah dostum Şerafettin... Hastasın biliyorsun, yatakta olman gerekirken hala Beşiktaş,hala Beşiktaş...Beşiktaş seni öldürecek dostum bu genç yaşında, dedi doktor Enver . İnce bir sesle "feda" dedi ama kimseler duymadı.”

Duyuldu aslında, ve anlatıldı bize...ve ne mutlu ki bize,

“Gideceğimiz yeri biliyoruz:

izler var

bizden önce bırakılmış.”

11 HAZİRAN CUMARTESİ

Saat 16:00'da Kazan'ın yanında toplanılıp

17:30 gibi mezarlığa hareket edilecektir.

18:00 civarı Şeref'imizin kabri başında anma başlayacak.

SonBarikat

21 Mayıs 2011 Cumartesi

VAR MISINIZ BEŞİKTAŞ'A HER AN AŞIK OLMAYA?

Beşiktaş Aşkı



Mutluluk izafidir.

Birinin mutluluktan anladığı, bir başkasının üzüntüsüne sebebiyet verebilir. Birini mutlu edebilecek herhangi bir şey bir başkasını tatmin etmeyebilir ya da birisi için oldukça önemsiz gözüken bir durum bir başkasına tarifi imkansız mutluluklar yaşatabilir.

İçinde barındırdığı herkesi acısıyla dahi mutlu edebilen bir şey varsa o aşktır. Aşk başa gelince izafiyet ortadan kalkar. Hisseden, hissettiren, seven, sevilen, vesile olan, tanık olan herkes mutludur, dahası mutluluğun bir parçasıdır.

Hepimizi çatısı altında toplayan aşk, Beşiktaş… Puan tablosuna baktığımızda memnun olabileceğimiz bir şey olmadığı aşikâr. Ama dedik ya, aşkın acısı bile ayrı güzel. Hani dedik ya, mutluluk izafi. Bu sene kahır şerbetinin tadını ezberlesek de, Beşiktaş’ı sahada görmek bile başlı başına bir mutluluk vesilesi değil miydi Allah aşkına? Siyah şort beyaz formayı bir halı saha maçında dahi görsek o elemanın takımını tutmuyor muyuz her birimiz? Sokakta top oynayan çocukların çığlığında bile bir Quaresma duyunca okşanmıyor mu yüreğimiz?

Geride bıraktığımız sezona ilişkin manşetlerde Beşiktaşlı için genelde hüsran, hayal kırıklığı, burukluk yazar. Ama onlar profesyonel manşetlerdir sonuçta, para için ve belli bir süreliğine oradadırlar. Birnevi dönen çarkın sözcülüğünü yaparlar. Esas olan Beşiktaşlıların gönlünde yer alan başlıklardır, gerisi vız-tırıs hava yollarının devamlı yolcusudur.

Beşiktaşlı bu sene yanlışı en başta yaptı belki de. Yapılan transferlerin ve içine girilen yeni sürecin verdiği ara gazını prospektüsteki yan etkiye göz atmaksızın aldık kabul ettik. Hazmedemedi bünye, helak ve bitap düştük. Oysa Guti gelirken, Quaresma üçlü çektirirken, Portekiz üçlemesi havaalanlarına sığmazken biz böyle düşünmemiştik. Bileti Dublin’e aldık ama depoya Kayseri’ye gidecek kadar benzin koyduk depoya. Ligde direksiyona yüksek promil alkolle oturduk çoğu kez ve bu sebepten maruz kaldığımız çevirmelerde şiş ve kebap olduk.

Bu noktada halen ısrarlıyım. Beşiktaş’ı dünya kulübü yapmak, Beşiktaş’ı dünyaya uydurmak uğruna bildiğimiz, sevdiğimiz o Beşiktaş’tan taviz vermek demek değildir. Bizim için aslolan mesele, gelecek nesillere Beşiktaş’ı bir dünya kulübü olarak bırakmak değil, Beşiktaşlı bir dünya bırakmaktır. Bu Beşiktaş dünyasında herkes kendini ve etrafını arıtacak ve aydınlatacaktır. Bu Beşiktaş dünyasında herkes Beşiktaş’a ve Beşiktaşlılığa sahip çıkacaktır. Gol her zaman dünya çapında forvetlerden gelmez, Takoz Recep’in röveşatasıyla ve üstelik yanlış kaleye de isabet edebilir. En iyi ara pasını her zaman Guti atamayabilir ama en kalleş geri pası hep Halilagic’ten gelir. Bir gün santrafor kaleci eldivenlerini giyip panter kesilebilir, başka bir gün kartal kalesinden Londra semalarına öpücük konduran bir asist gelebilir. Diyeceğim o ki Beşiktaşlı Beşiktaş’tan gelecek olan her şeye alışık, hazır ve razı olmalıdır.

İyi günde sahip çıkmak, ardında yürümek ve mutluluk konvoylarına katılmak kolaydır. Önemli olan kötü günde, gelecek iyi günlerin habercisi olmaktır. Oysa hayal kurmanın en bilindik kalleşliğidir hiçbir zaman gerçeğe dönüşmeyecek olması. Ama kapılırsın, ister istemez kapılırsın. Yeter ki hayalinin içinde ihtiraslar ve bunlardan kaynaklanan kıyımlar olmasın. Hakan topu doksandan çıkardığında değil, kornerde boşa çıktığında alkışlansın bir kere de. İsmail’in şutu tribünlere de gitse o ıslık sesi yerine o şutun gol olduğu gün geldiğinde yaşanacak gol sevinci ufak ufak hücrelere zulalanmaya başlasın. Guti ayağına her top alışında beklentimiz tereyağından çekilmiş kıl olmasın. Bobo için bir kere de topa yetişemediği zaman alkış kopsun statta.

Hak vereceksiniz; çocukluk çağlarımızda hepimiz daha mutluyduk. Sadece çocukluğun vermiş olduğu bir mutluluk değildi bu. O zaman dünyamıza imkansızlıklar hakimdi belki ama, belki de bu imkansızlıktı o dönemki mutluluğa imkan sağlayan. Formayı sadece topçunun üzerinde görürdük. Herhangi bir beyaz kıyafetin üzerine bir Beşiktaş arması diker ve o an hepimiz Beşiktaş’ın forveti oluverirdik. O zamanlar futbolcularla böyle bugünkü gibi sosyal medya sitelerinden sanal arkadaşlıklar edinip bunlara güvenerek enseye tokat olayına girdiğimiz olmazdı. Adına “tribün” denen ve milyonlarca Beşiktaşlının o akşam oynanan maçtaki yürek çarpıntısını dışa vurmakla görevli şanslı azınlık, maçlarda görürdü futbolcuları. Isınmaya çıktıklarında oley çekilirdi. Buluşma ve temas bundan ibaretti. Ama daha samimiydi. Futbolcu elini yüreğine koyar, taraftarın alkışı ciğerinden kopardı. Arada ağabeylerimiz antrenmana baklava götürürlerdi. Onların ağzı tatlanırdı, biz akşam spor haberlerinde izlerken tatlının şerbetinden gıyaben nasiplenirdik.

Futbolun belli başlı klasiklerdi vardı ezelden beri, bundan sonra da olmaya devam edeceği gibi. Ama Beşiktaş mabedi, futbol klişelerinin sınıfta kaldığı, ceza olarak tek ayak üzerinde bekletildiği yer oldu hep. Sosyal boyutu zaten malum, kimler kimler orada ters köşeye yatmadı ki… Kimler yüceltilip baş tacı edilmedi ve yine aynı şekilde kimler kılına bile dokunulmadan oradan dayak yemedi ki…

Fakat bunun yanında; -işin en enteresan ve güzel tarafı da bu olsa gerek- bizim maçlarda taraftarın oyuna katkısı da çok olmuştur hani. Az evvel değindik ya, golleri her zaman en iyi forvetler atmaz. Bunun en büyük ispatıdır Beşiktaş tribünleri. Bir gün bir bakmışsınız, cefakâr eski açık ortalamış, yeni açığın direkten dönen kafasını Kapalı tamamlamış ve ilerleyen dakikalarda başka gole gerek kalmayınca maç 1-0 Beşiktaş’ın üstünlüğüyle sona ermiştir. Ya da Vedat kaptanın sol taraftan getirdiği topu alan Baba Hakkı, çalımlarla ceza sahasına girerken penaltı noktasında demarke durumdaki Optik Başkan’ı görmüş, yıldız oyuncunun plasesinde top yalan dünyanın solundan ağlarla buluşmuştur. Ertesi gün maç yazısında Kâzım Kanat, Beşiktaş’ın cesur yüreği Çarşı’yı överken Mehmet Işıklar’ın attığı mükemmel gole şapka çıkardığını belirtmiş, hepimizin ahrazlığına dil olmuştur.

Transfer sezonuna girerken kuvvetle muhtemel kayışı koparacağımızı bilsem de –hevesinizi kırmak istemem ama- şu ruhu transfer etmeye bakalım derim, adı geçen veya gönüllerde yaşatılan dünya yıldızlarından önce. O ruhun maliyeti yalnızca Beşiktaşlılığı her şeyin önünde tutmaktır. Bonservisi elinde ve Beşiktaş’a fedadır. Karın tokluğunu bile iter tozlu raflara ve sırf Beşiktaş’a aç kalmamak için atar kendini sahalara. Her mevkide oynar, joker gibi adamdır. Her takım kadrosunda onu barındırmak ister. Biz onu tüm gücümüzle sahaya verebilirsek eğer, emin olun o da bizi utandırmayacak ve sahada basmadık yer bırakmayacaktır. Yeri gelir çizgiden çıkartır topu, pozisyonun devamında rakip ceza yayı üzerinde kazanılan bir frikikten golü atar ve kapalıya koşar. Her maçın yıldız odur, akan her damla terde onun emeği tüter. Ama on numara tevazu sahibidir gel gör ki. Kendini göstermez olduğu gibi. Her seferinde başka bir bedene bürünür ve çizdiği silüeti sevdirir bizlere. Bazen Toraman olur isyankârlığıyla. Sonra bir de bakmışsınız Beşiktaş’ın çocuğu olmak istemiş, Necip’in bedeninde can buluvermiş. Quaresma’nın ayak dışına kondurduğu öpücük Almeida’nın alnına konuverdiğinde hadiseyi gören herkes –biz de dahil- Quaresma ortaladı, Almeida attı sanarız. Oysa kazın ayağı öyle değildir. Hepimizi sevince boğan o an, sadece bir golden, meşin yuvarlağın üç direğin arasını istikamet edinmesinden ibaret değildir.

Şöyle bir bakın oynanan tüm maçlara. Bu anlatmaya çalıştığımız ruhun ortaya çıktığı tüm maçların bir ortak noktası vardır. Bu ortak nokta şudur ki, istenen atmosferin oluştuğu her maçta Beşiktaşlılık duygusu kazanma duygusunun önüne geçmiştir. Mersin İdman Yurdu kupa maçında o yağmurda az ama öz Beşiktaşlı yine flarmoni orkestrasına giderini yapmıştır. Şeref Bey’deki Antalya maçında herkes son dakika gelen galibiyet golüne sevinmeyi bırakmış, birbirine sarılıp teselli eden Hakan ve Hilbert’i alkışlamıştır. Olimpiyat Stadı’na o zorluklar içinde akın eden binlerce Beşiktaşlıyı gördükten sonra; tabelada Beşiktaş 2-1 mağlup yazsa da benim nazarımda sezonun en farklı galibiyetini almıştır. Ve daha fırından yeni çıkmış bir örnek; mabetteki son buluşma olan Eskişehir maçında yenen gole rağmen söylenmeye tüm ritmiyle devam eden beste, daha goller gelmeden Beşiktaş’a 3 puanı kazandırmıştır. Bir de tersini düşünün; fark atarız, gözü kapalı yeneriz, futbol değil çayda çıra oynarız denen her maçta karın ağrısı yaşanmış, beklentiler hayal kırıklığına dönüşmüş, gece nöbetlerle noktalanmıştır.

Devamlı tribün kovalayan ağabeylerimiz-arkadaşlarımız benden daha iyi bilirler. Onca yol ve cefa çekildikten sonra şehre mağlup dönüldüğünde “bir dahaki deplasmanda ben yokum hacı” diyenler, 15 gün sonra “oğlum kaç otobüs gidiyoruz?” diyen ilk insanlardır. Siyahın kontrastı beyaz, acınınki aşktır. Siyah bazen, hatta çoğu zaman beyaza baskın gelebilir ama acı ile aşk arasındaki tüm derbilerde kazanan –eğer göstermelik değilse- aşktır.

Tüm bunların ışığında, bu sezonun çok kötü geçtiğini düşünen herkese bir kez daha sormak isterim: Halâ her şeyin çok kötü gittiğini mi düşünüyorsunuz? Eğer öyleyse hakikaten bazı şeylerin değil, her şeyin değerinin kaybedilince anlaşıldığına inanmaya başlayanlardan olurum ben de. Şimdi kötüleyip burun kıvırdığımız birçok şeyi yokluklarında öyle bir özleyeceğiz ki, benden söylemesi. On sene belki her maç yine mi denilen İbrahim Üzülmez’i, hangimiz arada bir yâd etmiyoruz ki. Dileğim bu şekilde andığımız değerlerin çoğalmamasından ibaret. Çünkü şimdi kırık dökük yanlarından, pek konforlu olmayan koltuklarından, kolonlarındaki çatlaklarından sızlandığımız İnönü’yü de özleyeceğimiz günler gelecek. Her şeye rağmen kaleyi hafif sol çaprazdan gören bir serbest vuruşta zaman zaman Nihat’ı arayacak gözlerimiz. O çok kızdığımız Baki’yi her penaltıda olmasa da hatırlayacağız arada bir, penaltı atmadan gittin lan diye hayıflanacağız. Kaybettiğimiz canımız Optik abiyi zaman zaman acıkmamız vesilesiyle anıp yine maziye dalacağız. Ama gelecek sezon başladığında kimse geride bıraktığımız sezon kaybedilen maçlar ya da kaçan goller için ağlamayacak, ah çekmeyecek, bir sigara yakmayacak. Demem o ki tabela gidecek, ışıklar sönecek, perdeler kapanacak ve biz yine Beşiktaş’la baş başa kalacağız.

Var mısınız şimdi Beşiktaş’tan varlığından başka hiçbirşey beklemeden yeni sezon için beste karalamaya? Var mısınız Beşiktaş çıkış tünelinden çıktığında “sahaya çıktın ya, o da yeter” duygusunu hissettirmeye? Var mısınız herhangi bir kartal parçasına topu kaptırdığı zaman moral vermeye, golü kaçırdığında alkışlamaya? Hazır mısınız edilen bin tövbe de olsa binbirinci kez bozmaya? Söyleyin başka bir duygu varsa böyle kutsal. Var mısınız Beşiktaş’a her an aşık olmaya?

Hangimiz nelerden vazgeçmedi ki hayatta?
Beşiktaş hak etmiyor mu bu kadarını?
Sevdiğimiz kısın adını ah ulan ah diye söyleye söyleye az mı körkütük sarhoş olduk?
Mahallede köşebaşında sırf onun gelişini görmek için az mı sebepsiz yere volta attık?
Hastalanan bir çocuğun başında hiç mi beklemedik?
Komaya mı girmedik olmadık şeyler için?
Olmuş sabahın beş buçuğu, uykusuzluğuma hayıflanıyorsam zayıflanmaların tillahındayım demektir. Biz ki ne badirelerde serden geçmiş, neler, kimler uğruna “her şeye değer” demişiz.

Senden esirger miyiz sandın koca çınar?
Bestede de dediğimiz gibi başın öne eğilmesin sakın. Biz halimizden memnun, aşkımızdan Mecnun’uz. Varlığından daha has bir mutluluk sebebi yok, haberin olsun. Sakın bizi üzdüğünü düşünüp üzme kendini. Sen bizi en dipsiz kuyulara dahi girsek bulup çıkaransın. Sen bizi düşünme. Biz burada seni bekliyoruz ve Turgay kardeşimin teskere alışını kibarca bildirdiği mesajdaki gibi verdik dertlerin eline. Unutma, ardında milyonlarca askerin var ve sen her askerin şafağındaki doğan güneş; senden bir an olsun umudu kesenin iki cihanda gelmesin bir araya iki yakası.

Biz yaşadığımız alemi aştık, ne kadar alem varsa o kadar sözümüz var.
Vay arafta kalanların haline.
Başımıza yıkılsa da bu dünya, üstümüze üstümüze gelse de duvarlar; sayende yine verdik dertlerin eline!

Yazar: Abdullah Doruk Koç

18 Mayıs 2011 Çarşamba

BİZE YİNE ESMER GÜNLER KALDI

Ergin Ataman



Ne güzel hayallarle başlamıştık oysa. Final oynayacaktık, şampiyon olacaktık... Kombineler pahalı olmasına rağmen seneler sonra ilk defa artmıştı satışlar...

Şampiyonluk hedefiyle Burak Bıyıktay'ı harcayıp yerine Ergin Ataman'ı getirmiştik... Onun da gönderiliş/gidiş şekline bakarak, dönmesi de ilginç olmuştu ya neyse... Sonuç olarak "kazanmanın dayanılmaz mübahlığına" vermiştik durumu...

Iverson'ı bile almıştık... Başkanın değimi ile "marka değerimiz" artmıştı çok şükür... Kendimizi yırttık "Beşiktaş'ın çocuğu A.Iverson" diye... Sormadık bile arkasından "gidişi ile yerle bir mi olmuştu marka değerimiz", "düşük yapıp çocuğumuzu mu kaybetmiştik"?... Gelişi olay, gidişi sessiz olmuştu...

Başta Burak hoca kadronun yetersizliğinden ve uzun süreli sakatlıklardan yakınıyordu... Bir de yabancılar hala uyum sağlayamamıştı takıma... Halbu ki yönetimin sezon öncesi doğru takım kurmadığını, ve Burak hoca ile -rakiplere bakarak da değerlendirirsek- şampiyonluğun hayal olduğunu söylemek için, basketboldan çok da anlamak gerekmiyordu...

Ardından her sezon tekrarlanan bir film sahnelenmeye başlandı... Basketbolcuların paraları ödenmiyordu... Haber basına yansıdı ve sporcular idmanı boykot ettiler... Hatta okyanusun ötesinden gelen Iverson bile bu haklı tepkiye destek verdi... Cehver'in açıklamaları basında yer bulup camiada yankılanırken, konu Burak hocaya sorulduğunda, o da olayı doğruluyor ve en kısa zamanda çözüleceğini umut ediyordu...

Umutlar beslenmeye devam edilirken, yönetim kanadından açıklamalar geldi... Şeref Yalçın "yalancı" diyordu kaptanına, hocasına... Ve film başkanın "paraları ödeyecektim, böyle yapınca alışkanlık olur diye kız takımına ödeme yaptırdım" diyerek "yönetimsel yalpalarına" bir yenisini daha eklemesi sahnesiyle devam ediyordu...

Taraftarın büyük beklenti içine girdiği, "evladımız" muamelesi çektiği, fakat bir türlü hazır olmayan bir Iverson'un oynaması bir dert ,oynamaması bir dertti... Sezon başında çıkan kombinelere bir de yüzde 25'lik Iverson zammı yapılmıştı üstelik... Sonuç olarak hoca bu durumun da altında ezildi... Malesef şimdi Iverson, kartal yuvasında 4 numaralı formadan ibaret...

En nihayetinde, Ergin Ataman "yeniden" getiriliyordu takımın başına... İlave transferlerle destek veriliyordu... Türkiye kupası finalinde Fenerbahçe'ye kaybederek devam ettiriyorduk filmi... İşler bir türlü düzelmiyordu... Bazı rakiplerimiz ligin yanı sıra avrupa'yı kovalarken, biz tek kulvarda bocalıyorduk...

Ve sezon sonu geldi... Ligin başında Oktay Mahmudi ile iyi bir takım kuran Galatasaray, Abdi İpekçi'de dedikodulara mahal verecek bir şekilde Antalya'ya yeniliyor ve 1-0 önde başlayacağı Beşiktaşımıza konuk oluyordu ...

Başkansız, ağır sorunlar altında cebelleşen, malzemecisinden taraftarına kadar kaos içinde debelenen Galatasaray, doğru bir programla lige başladığından olsa gerek yoluna devam ederken, herkesin işleri güllük gülistanlık gördüğü, sermaye tanrılarına alkış tutan, transfer şampiyonu ilan edilen fakat yine de çalkantılı bir sezon yaşayan "Başkanlı" Beşiktaş, seride içerde-dışarda 2 maç kaybederek Galatasaraya sezonu teslim edip kepengi kapatıyordu...

Böyece "başkansız" Galatasaray finale doğru yürürken, "bize yine hasret bize yine esmer günler" düşüyordu....

Eyvah mı desek, Eyvallah mı...?

Bilemiyoruz...

2 Mayıs 2011 Pazartesi

BEŞİKTAŞ DERGİSİNDE BÜYÜK DEĞİŞİM

Beşiktaş Dergisi Mayıs Sayısı



Çiğdem Işık`ın istifaya zorlanıp işten el çektirildiği Temmuz 2010'dan bugüne, kulübümüzün resmi yayın organı olan dergimizde "büyük bir değişim" yaşanmaktadır... Tabii gönül isterdi ki bu değişim, ileriye doğru bir gelişim olsun... Lakin büyük değişim malesef dergiyi "geriye doğru götüren" bir değişim oldu...

Çiğdem Işık'ın yerine göreve getirilen ve bu görevde yaklaşık 6 ay duran Gökhan Dinç ise önceki yayın yönetmeninin aksine, yönetimden fazlası ile destek gördü... Fakat onunda dergideki ömrü, iddaa edildiği üzere "bir yönetici ile ters düşmesi sonucu" kısa sürdü...

Bu gelişmelerin ardından yeni bir genel yayın yönetmeni - yazı işleri müdürü bulmak yerine, derginin emektarlarından Serpil Kurtay'ı derginin başına getirdi yönetim ...

Dergimizin Mayıs sayısı daha öncekilerin aksine 1 Mayıs'ta raflardaki yerini almış, sanki birşeyler yoluna giriyor gibiydi... Hoş, bazı özel anlarda derginin çıkışı bir iki gün geçiktiriliyordu ki 30 Nisan akşamı oynanan derbi mücadelesi de bu özel anlardan biriydi aslında... Bu önemli müsabaka beklenmeden baskıya verilmiş dergi...

Yine bu sayıda bazı dikkatsizlikler yer alıyor. Bu redaksiyon ve bilgi akışı hatalarını çoğu zaman resmi sitede de görmekteyiz maalesef...

"Başkanın yazısı" bölümündeki Başkan Yıldırım Demirören imzalı yayınlanan yazıda, "Sekiz ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen bu uluslararası şampiyonanın hem Beşiktaş’a hem de ülkemize yakışır bir organizasyon olması için çok çaba sarf ettik" ifadesi yer alıyor... Oysa yazıda bahsi geçen turnuvaya Almanya'dan 2, İtalya'dan 2, İsviçre'den 1, İsrail'den 1 ve Fransa'dan 1 takım katıldılar... Yani Beşiktaş dahil sekiz takım, Türkiye dahil 6 ülke ... "Köln 99'ers (Almanya), Pilatus Dragons (İsviçre) ve BAD's (İtalya), ASV Bonn (Almanya), Toulouse I.C. (Fransa), Padova Millennium Basket (İtalya) ve Beit Halochem Tel Aviv (İsrail)"...

Gördüğümüz başka bir eksiklik ise yıllardır Türkiye'de kupalara amgargo koyan Hentbol takımımızın Türkiye Kupasını kazanmasının, malesef haber olamamış olması... Bu müsabakanın ve başarının sonucu da beklenmeden baskıya verilmiş dergi. Halbu ki eskiden böyle özel durumlar dikkate alınarak 3-4 gün geciktirilebiliyordu baskı...

Yine Bedensel Engelli Basketbol takımımızın posteri verilip takım onure edilirken, takımımızın hocası Mehmet Öğüt ve genel menajer yardımcımız Handan Karatekin, ayrıca 2 sporcumuz posterde "görülmemektedir"... Mesele, bir maç sonu yaşanan çoşku sırasında çekilen bir fotoğraf olsa, diyecek sözümüz olmaz... Lakin kupa alınmış ve bir poz veriliyor... Tarihi bir anın fotoğraflandığı bu konuda daha dikkatli olunması gerekirdi...

Özetle, uzun yıllardır sınırlı imkanlarla ve özverili çalışmalarla dergiyi var etmeye çalışan emekçileri ayrı tutarak, yöneticilerimize diyoruz ki; Beşiktaş, futbol takımından ibaret değildir... Büyüklüğü de futbol takımının kazandığı kupalardan gelmez...

Beşiktaşımızın dergisi dahil, her birimine gerekli özeni gösterin... Gösterin ki bizde sizin "Beşiktaş yöneticisi" olduğunuzu bilelim... Yoksa stadta futbol takımını izleyen seyirciden tek farkınız, protokol tirübününde oturmak olur...

29 Nisan 2011 Cuma

ZOR ZANAATTİR BEŞİKTAŞLI HAYAT YAŞAMAK





1923 yılında İstanbul'da doğdu. Rumelihisarı'nda oynarken Beşiktaş Jimnastik Kulübü yöneticilerinden Fevzi Uman'ın dikkatini çekerek 1941 yılında transfer oldu. Beşiktaş'ın tarihinin en başarılı kadrolarından birinde santrafor olarak başarıyla görev aldı. Kendisine stili ve attığı goller sebebiyle "Keklik Santrafor" adı verildi.Galatasaray’a 14, Fenerbahçe’ye 7 gol kaydederek, derbilere de imzasını attı.2’si İstanbul Ligi, 1’i de İstanbul Kupası olmak üzere 3 resmi maçta 6’şar gol atarak kırılması güç bir rekorun sahibi oldu.

1949 yılında oldukça genç yaşta futbolu bıraktı. Ancak Ekim 1961'de yine Beşiktaş'ta antrenör yardımcılığına getirilmiş ve uzun bir süre genç yetenekler yetiştirmiştir.26 Nisan 1986 yılında vefat etti.

Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün 2003 yılında İnönü Stadı'nda yapılan 100.yılı kutlamalarında 100 yılın altın 11'inden biri olarak seçilmiştir.

Sağlam Beşiktaş'lıydı Kemal Gülçelik.

Tarih 01 Ocak 1955. Futbolu bıraktıktan belli bir süre sonra, Beşiktaş'ta hoca değişkliği olur. İdare heyeti Fenerbahçeliliği ile bilinen Cihat'ı transfer eder... Camiada huzursuzluk başlar.... Vedii Tosuncuk antrenmana kendi çıkmaz , takımı da çıkarmaz..

Kemal Gülçelik hemen kulübe koşar ve birçok Beşiktaşlı'nın gönlünden geçirip söyleyemediklerini, ağır ifadelerle, idare heyetinden Sadri'ye bir bir söylemekten çekinmez. O sırada Milliyet Gazetesinde çıkan haber şöyledir;







1957 yılında, Baba Hakkı'nın Federasyon AsBaşkanı olduğu dönemlerde, Kemal Gülçelik'in etkin çalıştığı "Beşiktaşı Sevenler Grubu" adı altında o zamanki idare heyetine muhalifet çalışması yürütülmüştü. Her zaman Beşiktaş'ın hizmetinde olmanın bir başka örneğini veriyordu Kemal Gülçelik. O tarihteki şu haberlere bir bakalım;















Şeref Görkey ile birlikte Beşiktaş'ın tüm sorunlarına hep beraber koştu. 1957 yılında takımın menajerliğini yaparken bir antrenör sorununa müdahale edişlerinin haberi şöyleydi;









Transferde de etkindi Kemal Gülçelik. Menajer olarak İstanbulsporun solbekini alırken gazetelere şu haberdeki gibi yansıyordu 1957 yılında...









Sezon açılışlarında da, antrenmanlarda da hep takımın başında olurdu;









Antremanlarda öyle kenardan köşeden seyreden dandik menajerlerden de değildi hani... Bizzat topçuların antremanına katılır, canlarını çıkarırdı... Bir antrenman haberinde bakın meşhur kaleci Varol'a yaptıkları nasıl anlatılıyor;









Ama Beşiktaşlı hayat zor zenaat tabii... Kemal Gülçelik'de bir gecede alınan bir kararla kendi haberi bile olmadan görevinden affolunabiliyordu;









Peki Kemal Gülçelik ne yapacaktı bu haberden sonra? Tabii ki Beşiktaş'lılığa devam edecekti... Galatasaray maçındaki kadronun kendilerine ve teknik heyete sorulmaması üzerine bakın neler yapıyordu;









Pabuç bırakmıyordu her koşulda... Sağlam forvetti Kemal Gülçelik veselam... Bir şekilde istediğini alıyordu;



















Takım çok önemli görülen Beyoğluspor maçını kazanıyor fakat Kemal Gülçelik görevden alınmaktan kurtulamıyordu... Üstüne üstlük bir de "haysiyet divanına" veriliyor, savunması isteniyordu... Yine de Beşiktaş'ına 4 elle sarılmaya, kaderine terketmemeye devam ediyordu...















Kemal Gülçelik, ağır taştı bir nevi... Kıpırdatıldığında altında kalacak çok kişi oluyordu... İlk olarak ikinci başkan Kozanoğlu görevini bırakıyordu birden bire...









Bu olayların üzerinden 3 yıl geçiyor, üç yıl içide Kemal Gülçelik idare heyetinde bulunmasa bile Beşiktaş ile yaşamaya devam ediyordu... Hiçbir zaman ayrı kalmadı kulübünden, hep koşturdu... 1960 yılında devrin efsanelerinden Fenerbahçe'li Can Bartu'yu transfer etme girişimi ile adını duyurdu yeniden... O devir için sansasyonel bir olaydı bu durum...









Can Bartu transfer girişimi ile rakibinin başını oldukça ağrıtan Kemal Gülçelik bu olaydan 15 gün kadar sonra takımımızın kamp müdürlüğüne seçiliyordu...









Kamp müdürlüğünden 2 hafta geçmeden Antrenör yardımcılığına atanıyordu...









Fakat Gülçelik'in bir takım şartları olacaktı... Bu sefer işi sağlama almak istiyordu... Ve kendine bazı yetkiler verilmesini istiyordu...









Fakat istekleri kabul edilmiyordu...









Yine de hep transferlerle, takımla, kulüple, taraftarla, diğer rakiplerle uğraşmaya, Beşiktaş için elinden ne geliyorsa bir adım geriye atmadan yapmaya devam edecekti... 1965 yılında bakın bir "eskiler maçına" nasıl haızrlanıyorlardı... Efsane olmak kolay iş değildi...













1967 yılına gelindiğinde Keklik Kemal görevlerini nihayetlendirmemişti hala... Şimdi de genç takım antrenörlüğünü üstleniyordu..






Futbolcu mu denenecek? Hemen Kemal ağabey çağırılır, bir terzi gibi kumaşa bakar ve kararını beyan ederdi.






Taraftar ne durumdaysa Kemal ağabey de o durumdaydı... Başkan takım elbiseliymiş, futbolcular grandtualetmiş, hiç.... Tribün neyse, Kemal Gülçelik de oydu sahada...






1969 yılında genç takım antrenörlüğü yanında, as takımın yardımcı antrenörlüğüne getiriliyordu... Futbol bilgisi ve idareci yeteneği durmak bilmez bir görev süreci yaratıyordu kendisine...






Kemal Gülçelik çalıştırdığı genç takımla ses getiriyordu... Müthiş bir başarı örneği gösteren Gülçelik yönetimindeki genç takım 1969 yazında 4 kupa alarak, A takımın alabildiği 1 kupayı bile gölgede bırakmıştı...






Kemal Gülçelik Beşiktaşın, futbolcusu, taraftarı, yöneticisi, teknik elemanı, federasyon temsilcisi, ve futbolcu transferinde bizzat kucaklayıp kaçıran bıçkın idarecisiydi aynı zamanda... Çok meşhur gözü karalıkları, delikanlılıkları haber oluyordu o günlerde basına...






1971 yılında "Baba" Gündüz Kılıç kulüpte görev alınca, Kemal Gülçelik, Şükrü Gülesin, Yusuf Tunaoğlu, Küçük Ahmet Özaçar, Ali İhsan Karayiğit bir ararya geliyor ve tarihte görüp görülebilecek en geniş katılımlı özkaynak seçmelerini düzenliyorlardı...






Tam 1,5 ay uğraşarak 700'ün üzerinde genci, ince bir seçmeden geçirmişlerdir. Kemal Gülçelik genç takım hocası olarak çok umutludur.






Bu seçmeler ne anlama geliyordu?... 2 sene içinde anlaşılacaktı... Beşiktaş Genç takımı 1973 yılında büyük başarıya imza atıyor ve Şampiyon oluyordu...






Beşiktaş için yapmayacağı, koşmayacağı iş yoktu Kemal Gülçelik'in... Yine 1973 yılında "Babab" Hüsnü Kaptan adına bir turnuva düzenliyorlar Ali İhsan Karayiğit ile ikisi... Hem kulbe para kazandırıyorlar, hem de genç takım için yetenekli futbolcu seçiyorlar... Hiç mızmızlanıp sızlanmadan hem de... Güle oynaya yapıyorlar bu meşakkatli işi...






1974 yılının ortalarında, Kemal ağabeyin bünyesi bu inanılmaz hızlı hizmet temposuna dayanamıyor ve bir kalp krizi geçiriyordu...






Ama nafile... İyileşip zımba gibi dönüyordu iki-üç ay içinde... Adam transfer komitesi başkanı olmuş, en cakalı makamlara gelmiş, o bar senin bu pavyon benim gezip tozmak bi yana kalkıyor, bir gazetenin düzenlediği "yılın sporcusu" seçimi için maçlarda tribünlere dalıyor, taraftarlardan oy topluyordu...








Bu kadar sevgi dolu, bu kadar hayata bağlı, bu kadar insansever ve alçakgönüllü adamdı işte... 1976 yılında bir sinirlilik anında, tam da nasıl olduğunu anlayamadan, tartıştığı eşini bir tülbentle boğarak öldürüyor, sonrasında gidip polise teslim ediyordu.. Beşiktaşlı hayat örneklerindne biri daha diyesi geliyor insanın... Ne uğruna yaşarsan, nasıl yaşarsan yaşa, bir yalandan durum yüzünden hayat altüst olabiliyordu... Kemal Gülçelik için de böyle oluyordu maalesef bir anda..









Bu akıl almaz talihsiz olay, efsanenin sonu oluyordu maalesef. Bir döneme inanılmaz işler yaparak damgasını vuran Kemal Gülçelik, bir gecede yok oluyor ve 8 yıl sürecek bir mahpusluk dönemi yaşamak zorunda kalıyordu. Çıktığında ise kimseler artık onu hatırlamıyordu... Beşiktaşlı hayat zor zenaat.. 1983 yılında Baba Hakkı'nın vefakarlığında ve önderliğinde, bir gazete yazısında şöyle hatırlanıp bulunuyordu Kemal Gülçelik ismi... Hem de şimdilerde kendisi de tarihin unutulmaz sayfalarında yerini almış Beşiktaşlı gazeteci İlker Ateş abimizin elinden çıkan haberde...






Bu ziyretten 1 sene sonra Kemal Gülçelik iyice kötülüyor, kalp rahatsızlığı nedeniyle hastaneye yatırılıyordu... Yine vefakar isimler ziyaretine gidiyordu efsanemizin... Süleyman Seba arkadaşına vefa borcunu ödüyordu...




Dostlarını yaşatmaya kararlı olan eski efsaneler ara ara biraraya gelerek hasret gideriyorlardı. Kemal ağabey iyileştikten sonra onun önderliğinde toplanmışlardı... Hiç rahat durmamıştı ki.. Hep bir organizasyon, hep bir hizmet koşturmacası... Bitmemişti Beşiktaş ve Beşiktaşlı aşkı...









Kemal ağabey sık sık rahatsızlanmaya başlamıştı artık... Hatta 1985 yılının aralık ayında bir akşam, TRT televizyonu Kemal Gülçelik öldü diye haber yapıyordu yanlışlıkla... Sonra olayın aslı anlaşılıyordu ama Kemal ağabey her zaman olduğu gibi yine fırtınalara neden oluyordu...









Fakat dediğimiz gibi rahatsızlıklar, hastalıklar bir türlü yakasını bırakmamaya başlamıştı... 27 Nisan 1986 yılında geçirdiği 4 üncü kalp krizinden sonra artık daha fazla dayanamamış ve sessiz sedasız gökyüzündeki kartalların yanına intikal etmişti...






Şimdi bu efsanemizi nasıl analım? Yiten giden bu değerlerimizi nasıl tanıtalım? Okudukça, dinledikçe insanın kendi "Beşiktaş'lılığını sorguladığı" bu adamların hayatları işte "Beşiktaşlı Hayatlar"...

Kara Kartallar gibi yaşayıp, Kara Kartallar gibi ruhu şad olan bu ağabeylerimizi, babalarımızı hiçbir zaman unutmamak, hep "Beşiktaşlı hayatlarımızda" yol gösterici bir ışık olarak var etmek dileğiyle..

Ruhun Şad Mekanın Cennet Olsun Kemal Gülçelik....