Önce renkleri tanırız, daha sonra isimlerini ezberleriz. Önce karşımızda annemizi, babamızı görürüz daha sonra onlara anne-baba diye seslenmeye başlarız… Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. İstemeyi öğrenir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Adresi bilmesek, sokağı hatırlamasak bile önceden gördüğümüz yolları, evleri, renkleri hatırlamaya çalışırız.
Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. Her sabah güneşin doğuşuna tanıklık ederiz. Her akşam güneşin batışını görürüz. Tıpkı yaşam gibi; gördüklerimiz bir süre sonra kaybolur… Dünyanın güneşe arkasını dönmekte olduğunu biliriz. Ne var ki bu bilgi, bu açıklama gördüklerimize uymaz hiçbir zaman. Kabullenmek hep zordur.
Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız, nesneleri görüşümüzü etkiler. Hayata bakışımız buradan biçimlenir. Bir söz vardır bilirsiniz, “Okuyan mı çok bilir, çok yer gören mi?” Acıyı tarif edebilir misiniz? Yürek acısını… Aşk acısını, Beşiktaşımızın yenilgisini tarif edebilir misiniz? O acıyı nasıl yaşadığınızı anlatabilir misiniz…. Ben anlatamadığım için kendimi gömerim sessizliğe… Hani derler ya; “bu acının tarifi mümkün değildir” aslında hiç bir acının tarifi mümkün değildir…
Ölüme tanıklık etmemiş biri veya hiçbir şekilde ölümü görmemiş birini ölümle korkutamazsınız. İnsanların Cehennem'in gerçekten var olduğuna inandıkları ortaçağda ateşin bugünkünden çok değişik bir anlamı vardı. Gene de onlardaki bu cehennem kavramı, yanıkların verdiği acıdan, ateşi her şeyi yutan, kül eden bir şey olarak görmelerinden doğmuştur… Cehennemi, cenneti gören var mı? Ateşi, yanığı, yanmanın ne demek olduğunu bilenlerin sayısı çok ama çokkk… Veya başka bir anlamda mutluluk tarif edilebilir mi?
John Berger’in çok sevdiğim bir kitabı vardır: Görme Biçimleri… Aslına bakılırsa federasyonun bu kitabı toplu bir şekilde alarak, hakemlere hediye etmesini önereceğim ama federasyon bunu yapsa bile hakemlerin okumayacağından emin olduğum için, federasyon “Görme Biçimleri” adı altında bir seminer düzenlesin derim. Önerim ironidir… Herkesin durduğu yer bellidir…. Acıyı hissetmeyen yürekler onu anlatamaz, yaşayamaz, yaşayanların ise derdini bilemez…
Eğer bu önerim de tutmazsa o zaman sözüm bizimkilere:
Göz, göz çukurunda bulunan, iri bir bilye büyüklüğünde, görmeyi sağlayan küremsi bir organdır. Yukarıda anlatmaya çalıştığım şekliyle el alındığında hayat için, yaşam için herşeydir. Görme sorunu bir şekliyle herkeste olur, belirebilir, gözdeki görme sorunu bir tür sakatlık değildir. Bazen yaş ile ilgili, bazen de genetik bir problemdir.
Ben federasyondan hakemlere sirayet eden genetik bir problem olduğu kanısındayım. Sorunu çözmek adına önerimi şekillendiriyorum:
İçerdeki ilk maçımızda, herkes 25 krş bağışta bulunsun! Topladığımız paraları “Göz Nurunu Koruma Vakfı”na bağışlayalım. Bağışlayalım ki federasyona bağlı hakemleri ücretsiz göz kontrolünden geçirsin…
Kampanya için bir de pankart öneriyorum…
GÖZLERE NUR, KALEMLERE MÜREKKEP OLMAYA GELDİK!
Belki bu vesileyle görmeyen gözlere, nur, yazmayan kalemlere de mürekkep oluruz…
Yazar: Özcan SAPAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder