9 Temmuz 2009 Perşembe

Ruhun Şad Olsun " Kornerlerin Kralı "


10 Temmuz 1977'de aramızdan ayrılan "Kornerlerin Kralı" Şükrü Gülesin'i ölümünün 32. yılında saygı ile anıyoruz.


Ruhun şad olsun Büyük Beşiktaşlı!


O' yüzyılın en iyi sol açıklarındandı...Kornerden attığı gollerle herkesi kendine hayran bıraktı...


Geçmişten günümüze tüm futbolcular attıkları gollerle, ortaya koymuş oldukları cansiperane müdafaalarla veya saha içindeki liderlik vasıflarıyla anılırlar. Bu anlamda her futbolcunun sahaya yansıyan karakteristik bir özelliği bulunur. Ancak bazı futbolcular vardır ki onlar, gerçek futbolseverler için çok özeldir. Bu tip futbolcular genellikle çok tekniktir ve raket gibi kullandıkları bir ayağa sahiplerdir.Ortaya koydukları olağanüstü hareketler ve attıkları kişisel beceri ve yetenek gerektiren müthiş goller, onları unutulmazlar arasına yerleştirir. Hele bir de bu futbolcularda pek görülmeyen üstün bir sürate sahiplerse kitleleri peşinden koşturan birer efsane olurlar.


Türrkiye'de bu tarz futbolcuları düşünürken akla gelen ilk isimlerdendir Şükrü Gülesin...


14 Eylül 1922'de İstanbul'da doğmuştu Gülesin, her ne kadar küçük yaşlarda Kınalıada'da kaleciliğe merak sardıysa da daha sonra İstanbul Erkek Lisesi'nde okurken yeteneğini kanıtlayacağı asıl alanı bulmuştu.Beyoığluspor'daydı o günlerde...Oynadığı maçlarda yeni yeni keşfetmeye başladığı o müthiş sol ayağını konuşturarak adını duyurmaya başlamıştı. Onu seyretmeye gelen özel seyircileri bile vardı artık... Ve kendisini kadrosunda görmek isteyen klüpler...


Galatasaray ve Beşiktaş, onu çok istiyorlardı. Ancak o, Galatasaray'ın bir Ankara seyehati sırasında elini çabuk tutan Beşiktaş'a transfer oldu. 1940-1941 futbol sezonunda Beşiktaş forması giyecekti artık. Arada bir sezon Ankaragücü'ne gittiyse de Siyah-Beyazlı formayı 1950 yılında transfer olacağı İtalya'nın Palermo takımına gidene kadar giydi. Bu dönemde üç milli küme, altı İstanbul Ligi Şampiyonluğu, yaşarken ikişer tane de İstanbul Ligi Kupası ve Başbakanlık Kupası kaldıracaktı. Ve oynadığı derbilerde Fenerbahçe'ye dokuz Galatasaray'a on üç gol atacaktı.


Beşiktaş'ta tam iki yüz seksen bir maça çıkan Şükrü Gülesin, bu maçlarda rakip filelere iki yüz yirmi altı gol bırakarak kendi takımının taraftarları arasında tapılası bir ikona dönüştü. Oynadığı sol açık mevkii düşünüldüğünde bu, her futbolcuya nasip olacak bir kariyer değildi de üstelik. O gollerin "25'ini" kornerden atmıştı ve kornerden gol atma becerisi, onu ihtisas alanı olarak anılmakla kalmayıp İtalya'ya transfer olmasında da önemli rol oynayacaktı.


O dönemde yaşanan 2.Dünya Savaşı nedeniyle diğer birçok arkadaşı gibi milli formayı yanlızca on bir kere giyebilecek ve bu on bir maçta beş gol sevinci yaşayabilecekti. Beşiktaş, Sabri, Hakkı, Şeref, Kemal forvet hattıyla fırtınalar estirirken o, attığı inanılmaz korner golleri nedeniyle "Kornerci Şükrü" lakabını alacaktı. Ve bundan sonra, yaptığı ortalara müthiç voleler vurarak goller atan Şeref Görkey'in de "Voleci Şeref" lakabını almasına sebeb olacaktı.


Şükrü Gülesin, espirili kişiliğiyle de nevi şahsına münhasır bir oyuncuydu. Takımın en çok yiyen futbolcusu olduğundan antremanlardan sonra tesislerin kantininde ya da maçların ardından en yakınındaki en iyi lokantalarda onu görmek olağandı. Beşiktaş muhallebicilerinde koca bir tavuğu midesine indirirken gördüğü tanıdıklarına "dokuz aylık gönek yaptığını, on gün sonra da doğuma gideceğini" söyleyerek kendi kendisiyle alay ederdi. Maçta korner atarken elini kaldırıp adrese teslim bir orta bekleyen Baba Hakkı yerine kaleye vurup gol atınca rahmetli Hakkı Yeten'den korkarak kaçmaya başladığı ve bu kovalamacanın Baba Hakkı'nın kendisini yakalayıp öpmesiyle son bulduğu sahne hala anlatılır.


Şükrü Gülesin, 1950 yılında İtalya'nın Palermo takımına transfer oldu. Orada attığı korner golleri, falsolu vuruşları ve güçlü fiziğiyle birleştirdiği üstün süratıyla Turco adıyla anılmaya başladı. Palermo'da oynadığı 2 yıl, 28 maçta 13 gol attı. Daha sonra başka bir ünlü İtalyan takımı Lazio'ya kiralık gitti ve burada da 29 maçta 16 gol kaydetti. İtalya macerasındaki son yılında tekrar Palermo'ya geçti veo sezon, 22 maçta forma giydi. Oynadığı 3 sezonun ardından Türkiye'ye döndü. Bir yıl Galatasaray'da oynadıktan sonra tekrar Beşiktaş'a geldi, çünkü o, tam bir Beşiktaş sevdalısıydı. Ancak ilerleyen yaşının yanı sıra biraz da yemeğe ve alkole olan düşkünlüğünden dolayı iri yapısını taşıyamaz olmuş, onu bir efsane haline getiren eski süratını kaybetmişti. Nihayet 1959 yılında bir jübile ile veda etti futbola ve çok sevdiği Beşiktaş formasına...


Ama aktif yaşama alışkanlığı, yıllarca emek verdiği futbol dünyasının içinde tutmaya devam edecekti onu...Daha milli takım teknik komitesine seçilecek; Beşiktaş Klübü'nde yöneticilik yapacaktı. İtalya'dan döndükten sonra hatıralarını bir kitapta topladı. Kitap çok kısa sürede bittiğinden ve yeni basımı yapılmadığından ne yazık ki bulunamıyor...


Futbol yaşamı boyunca Beşiktaş'a ve Türk futboluna büyük hizmetler veren, ülkemizi Avrupa'da en üst düzeyde tanıtan, devrinin yerli yabancı en ünlü futbolcularıyla takım arkadaşlığı yapan bir futbol ustasıydı O ...


O, yüzyılın en iyi sol açıklarındandı.Ve ezeli rekabetlerin ebedi dostlarından biriydi...


İste O de adam, 10 Temmuz 1977'de geçirdiği bir kalp krizi sonucunda hayata veda etti.Unutulmayan bir veda...



Korner Kralı Şükrü Urfa'nın Lefteri Sait


50 yıla yakın klüp yöneticiliği, yazarlık, Spor Spikerliği, Futbolcular Sendikası, Üniversite Spor Yöneticiliği, Federasyon, Şuralar Spor Organizatörlüğü ile "Futbol" Benim yaşam biçimim oldu...


Bu uzun dönem içindeki ortaya çıkan "Mozaik" in en mühim parçalarındai iki arkadaşımın en büyük payı vardır. Eğer, iki arkadaşın "Kornerler Kralı" Şükrü Gülesin ve "Urfa'nın Lefteri" Sait Özbilen ile olan anılarıma değinmezsem, mozaik'in büyük parçaları ortaya çıkmamış olacaktır...


Şükrü Gülesin ile arkadaşlığım 1952 yılında İstanbul'da oynadığımız Alman Milli Takımın, akşam verilen yemekte başladı...Ben yemeğe Üniversite Gençliğini temsilen çağrılmıştım.Şükrü Gülesin ise büyük ümitler ile İtalya'dan getirmişti. O zaman Milli Takımımızın iki sol açığı vardı.Biri Beşiktaşlı Keçi Faruk (Sağnak), diğeri Vefalı Tahtabacak İsmet (Yamanoğlu).. Her ikisi de bu maçların ilkinde İsveç ve Almanya'da oynamışlardı.Rövanş için İtalya'dan Şükrü Gülesin getirilmişti...


Almanya karşısında hiç de başarılı olamayan Şükrü Gülesin ağabeyim yemekte çok üzgündü...Bu üzüntü ile oldukça içerken; sohbetimizde ölümüne kadar olan arkadaşlığımız başlamış oldu. Gülesin ile organizasyonlarda, Klüp yöneticiklerinde, Milliyet Gazetesinde,Futbolcular Sendikasında yıllarca beraber olduk. Sendika'da O genel başkan, ben ise as başkandım. Ölümünde onun görevini ben taşıdım. Taaaaa 1980 askeri darbesine kadar...


Ya Sait Özbilen...Bugün Aksaray İnkılap sokaktaki meşhur Urfa Kebapçısı Sait, 1950'li yılların sonunda Urfa'nın Lefter'i olmuştu...


1950 yılının Temmuz ayında şampiyon olan Fenerbahçe'nin ve Milli Takım kaptanı Lefter ile Anadolu turnesine çıktık. Sadece ikimiz, Lefter 40 il dolaşmış ve hergün bir kentte maç yapmıştı. Sait'i Urfa'da karşımıza çıkardılar...Sait ile de tanışmamız böyle başladı.. Ben, Şükrü Gülesin ve Kebapçi Sait Özbilen yıllar boyu biraraya çok geldik. Çünkü her ikisi de yakın arkadaşımdı. Özellikle dış ülkelerdeki maçlara beraber gidiyorduk...


Gülesin Sendika Başkanı


Özellikle genç kuşaklara Şükrü Gülesin'i tanıtmak isterim...1922 yılında İstanbul'da doğdu.. Kınalıada'da top oynarken Beşiktaş'ın kaptanı Baba Hakkı tarafından keşfedildi. O zamanlar, daha sonra Beşiktaş'ın başkanlığına gelen Hakkı Yeten yapardı transferleri. 1937 yılında Şükrü Gülesin 15 yaşında iken Beşiktaş'a getirildi. Taç atışları öylesine uzundu ki, her atışında top iki kale direği arasına inerdi.Bu yıllarda böyle uzun taç atışı yapan bir futbolcu yok..


Ne Mutlu, ne Ogün. Beşiktaş'ta oynarken Şükrü Gülesin 19 şampiyonluğa adını yazdırdı.1 0 yıl içinde 281 maç oynayarak 226 gol attı. 1941-1942 ve 1948-1949 sezonlarında 2 kez Türkiye gol kralı oldu. O dönemlerde özellikle 2.Dünya Savaşını yaşadığımızdan Milli Maçlar yok denecek kadar azdı..


Bu arada Şükrü Gülesin 11 kez Milli takım formasını giydi. 1950 yılında İtalya'nın Lazio Takımına transfer oldu. 2 yıl sonra Palermo takına geçti. Bu forma ile Lazio'ya 2 gol atınca, İtalya basının baş konu oldu. Ancak onu İtalya'da Gol Kralı yarışmalarında doruğa çıkaran maçları ile ilgili bildiklerimi sizlere diğer anılarımda aktaracağım. Gülesin daha sonra Beşiktaş'a döndü. Ben 1965 yılında Lazio'yu İstanbul'a getirerek Gülesin'e muhteşem bir jübile yaptım. Hiç unutmam. Orhan Şeref Apak ile arası pek iyi değildi. Federasyon Başkanı Apak'tan Lazi maçı için sahayı istemiş. "Olmaz" demişti ve şöyle konuşmuştu..."Olmazzz.Şükrü'nün göbeği çıkmışş..." Futbolcular Sendikasını kurduk. O Genel Başkan. Ben As Başkan oldum.Yıllarca bu görevi sürdürdük. Son derece muzipti. Bulunduğu meclislerde nefis espiriler ile etrafına ders verirdi.


Ölümünden bir ay evveldi. Gazetede bana yaklaştı... "Kilo aldın Şükrü ağabey" dedim. "Kızdırma vasiyet ederim.Temmuz sıcağında tabutumu Boğaziçi köprüsünden taşıyın" dedi. 11 Temmuz 1981 günü 30 yıl süren arkadaşlığımız noktalandı. Cumartesi gecesi, beni saat 12'de telefonla aradı.


"Neco yarın senin eve geliyorum.Şu sendikanın işlerine bir göz atalım" dedi.


Ben bir organizasyonla ilgili Beşiktaş Klübü Başkanlarından Mehmet Üstünkaya ile görüşmesini istiyordum. Ertesi günü Üstünkaya'nın Yeniköy'deki yalısına gitti. İlker Ateş'ten bir telefon aldım. Şükrü ağabeyimiz burada fenalaşmış diye.S on sürat oraya gittim.K apıyı Üstünkaya açmıştı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Konuşamadık...Şükrü Gülesin çok sevdiği Mehmet Üstünkaya kardeşinin kollarında ebedi yolculuğunda çıkmıştı.


Gözyaşı Döküyoruz Bu Büyük İnsana


Şükrü ağabeyin ölümüne hala inanamam...Hayat yürüyor...Boş laflar bunlar denecek. Değil. İçten samimi duygumdur bu. Az mı hırpalardıbizi o sert kalemi ile...Sabah kalkar kalkmaz ilk işim Milliyet'in spor sayfasını çevirip O'nun yazısı var mı diye bakmak olurdu. Bazen metheder '' Büyük Reis'' der ''Büyük İnsan'' der...Bazen de ne Mecidiyeköylüğüm kalır,ne de futboldan anlamadığım ne de uydurma bir topçu olduğum...


Ekseriye o günlerde Milliyet'i ziyaret eder öğle yemeğine kalır ve O'nu beklerdim. Hiç kimse alınmasın bir aile, yuvam gibi idi''Milliyet''... patronundan kapıcısına kadar. Ama çekici unsuru Şükrü Ağabeydi. Altan'ın o karikatüründe çok güzel belirttiği tavşan dişlerini çıkartarak beni görür görmez, ''OOoo koca reis...Hayrola özlemişsin bizleri''' diye bağırırdı...''Sık sık özlüyorum sizleri de Şükrü abi'' diye cevap verirdim. Yalnız gazetede mi? Çok zaman da dışarda buluşurduk. Alemdi Şükrü ağabey...


Ağzının içine bakardık. Kasten kızdırır, o batmayan küfürlerine hedef teşkil ederdik. Bu renkli pırıl pırıl zekalı futbol dolu insan sevgisi dolu ağabeyimi geçen temmuz ayında kaybedivermiştik..Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. En yakınım ölse inanın bana bu kadar etkilemezdi beni. Bir defada ben O'nu ağlatmıştım...Otomobili o kullanıyordu. Yeşilköy'den geliyorduk. Beni eve bırakacaktı. Çekti yolun kıyısına arabayı durdurdu ve inanın bana bir çocuk gibi anlattıklarıma ağladı. Konu şuydu; Fenerbahçe başkanlığımdan ayrıldığım günlerdi. Doktorlar tansiyonumu yüksek buluyorlardı. Check-up için Gureba Hastanesi'ne teslim olmuştum. Neden icap etti bilemem bir de filmimi aldılar. Göğsümün ortasında ampul gibi birşey duruyordu.


Önemli bir cisim vardı. O anda şaşırmış kalmıştım. Tam teşhis yok. İşte bu olayı anlatmıştım kendisine.... O koca dev gibi Şükrü iki elini yüzüne kapamış bir çocuk gibi ağlamıştı. Çok zaman sonra bunun basit bir mide katlanması olduğunu duyacak ve sevinecekti.O günden bu yana biz hep O'nun hatırasını anıyor gülüyor fakat için için gözyaşı döküyoruz bu büyük insana....


Dostum Şükrü Gülesin, Güldürmesini Bildiğin Kadar, Ağlatmasını da Bilirdi.

Yazan: Mehmet Üstünkaya

Siz bakmayın Başkanlığım sırasında Şükrü'nün beni, gazete sütunları arada sıralarda hırpalayışına...O, beni çok seven bir insandı...Ben de, Şükrü'ye sevgi dolu bir insandım. Hali, tavrı, espirisi, dostluğu daha uzun uzun yıllar her zaman hafızamda yaşayacak. Şükrü ile o kadar haşır neşirdik ki, pek çok günümüz ve gecemiz O'nunla beraber geçerdi. Seyahatlere gitmeye bayılırdım.


Eşlerimiz, çok iyi arkadaştılar. Ekseriya bizde toplanır içer, güler eğlenirdik. Bu canlı, bu neşeli insanı maalesef azrail benim yanımda yakaladı. O koca vücudu ile sandalyeden yere düşüşünü ömrümde unutamam. Evvela espiri yaptığını sanmıştım, sonra nefes alamayınca O'nun değil kendimin katılaştığını hissettim. Dünya yıkılmıştı kafama...


Dilim tutulmuş, titriyordum. Yarabbi hiç bir dostun başına böyle bir felaket verme...İnsan, aczini anlıyor, birşey yapamamanın çukuruna düşüyor, çırpındım, ambulanslar, doktorlar aradım. Ambulans buldum. Hastanelere koştum. Ne fayda o artık bizlerden gitmişti. Ertesi gün muhteşem bir cenaze töreni yapıldı. Hayatımda bu kadar hislendiğimi bilmiyorum. Daha doğrusu Şükrü'nün bu kadar sevildiğini, popüler insan olduğunu da biliyordum. Her sınıftan insan gelmişti cenazeye. Herkes ağlıyordu. Dostum Şükrü, güldürmesini bildiğin kadar, ağlatmasını da bilmiştir.


Onun binlerce hatırasından birini ruhu şad olsun diye buradan tekrarlamaktan vazgeçmeyeceğim.


Beşiktaş'ın bir deplasmanı için Ankara'ya gitmiştik. Oteldeki odalarımız daha önce ayrılmıştı. Aksilik bu ya, Şükrü'ye tahsis edilen odanın anahtarı kaybolmuştu. Bir gece önce odada kalan müşteri anahtarı cebinde unutup gitmişti. Otelin yetkilileri, " merak etme Şükrü abi" dediler. "Bizde bir anahtar var tüm odaları açar".Neyse uzatmayalım, gülüşmeler arasında Şükrü'nün odasının kapısı açıldı. Rahmetli her gittiği otelde sadece iç donu ile dolaşmayı adet edinmişti. Ancak böyle ferahladığını söylerdi. O odasına girip, soyunup dökündükten 5 dakika sonra kapısını çaldım. Şükrü abi 1 dakika gelir misin diye kendisine seslendim...


"Gene ne var?" diye sordu. "Bizim odaya gel sana komik birşey anlatacağım" dedim. Dışarı çıktı.Kapının kenarında pusuya yatmıştım. Çıkar çıkmaz kapısını kapadım ve kendi odama koşarak girdim, kilidi de vurdum.Anahtar olmadığı için Şükrü donla koridorda kalmıştı.


"Yapma, etme, ne olur senin kapını aç.Şimdi rezil olacağım" yalvarırken, asansörün kapısı açıldı. Bir yığın kadın erkek Amerikalı turist çıktı. Şükrü'yü o halde görünce hepsi birden başladılar katıla katıla gülmeye. Şükrü nereye saklanacağını bilmiyordu.Tam 10 dakika kapıda yalvarttıktan sonra içeri aldım. Tabiki küfürün bini bir para, O gece kendi odasında acaba elbiseleri mi alırlar mı diye rahmetli tüm koltukları, masaları kapının arkasına yığarak yatmış.


Kaynak: Dr. Necati Karakaya - Futbolda 50 Yıl Yaşadıklarım


SonBarikat




Hiç yorum yok: