Tek dertleri "günün hüzünlerine" harici merhem olabilmektir...
Cenk abi öyleydi... Bu ülkede "yüz güldürmeye" vakfeden insanlardandı...
"Cam kutu" içinde hayat eskitti kendiside...
İyi niyetliydi... Çünkü iyi insandı.. Ve tabii iyi BEŞİKTAŞ'LI...Her daim gülen yüzü ile,
Beşiktaş’tan söz ederken coşkulu surat ifadesi ile hatırlıyoruz Cenk abimizi…
Bir an hariç...
"Bjk plazanın önünde yirmiye yakın gazeteci ellerinde fotoğraf makineleri, kameralar büyük bir merakla az sonra karşılarına çıkacak olan basın sözcüsü Cenk Koray'ın yapacağı önemli açıklamayı bekliyordu....
Yaşlı ve yorgun adam, ağır hareketlerle çıktı gazetecilerin karşısına... Yüzünde bir solgunluk bir üzüntü hali vardı... Önüne uzatılan mikrofonlar karşısında bir süre suskun kaldı... Bu uzun suskunluğun ardından zar zor yapabildi açıklamayı:
-Değerli kamuoyu;
Yeni teknik direktörümüz "john benjamin toshack"... dün akşam saatlerinde... kulübümüze bu sene takımımızda bulunmasını düşünmediği futbolcuların listesini vermiş bulunmaktadır...
Bu futbolcu kardeşlerimize yeni kulüp bulmaları konusunda her türlü yardımı ve ilgiyi göstereceğimizi belirtmek isterim...
Yıllar boyunca türk futboluna,milli takıma ve BEŞİKTAŞ'IMIZA...
Cenk Koray, derin bir nefes alır burada.... Konuşmasının başında olduğu gibi boğazı düğümlenir.... Kelimeler çıkmakta zorlanır... Ve işte o an da, buğulanmayı daha fazla gözlerinde esir tutamaz ve dudakları titrerken bir damla yaş süzülür yanağından... Ve konuşmasına güç bela devam eder...
..büyük hizmetlerde bulunmuş olan değerli futbolcumuz RECEP ÇETİN ile hocamızın kararı gereği... Maalesef yollarımız ayrılmış bulunmaktadır...
işte bu açıklamanın tam yumuşak karnında yer alan "o Cenk Koray'ın yüzündeki ifade" ,"o istemeyerek yapıldığı her halinden belli olan ayrılık kararı"dır... Yıllar sonra türk futbolseverler anlayacaktır ki bu ayrılık, bu hüzün yani Cenk Koray'ın yüzündeki o ifade; 2000'lı yıllarda hızını artıracak olan, sermayeleşen futbolun başlangıç durağı olacaktır...
Yıllar boyu türk futbolunda geçmişe saygının, özdeğerlere sahip çıkmanın, onur savaşını vermiş olan BEŞİKTAŞ'ın ilk düşen kalesidir Cenk Koray'ın yanağındaki gözyaşı..." (Alıntı: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=4734930)
Bu günün sahte gülücük sahipleri Cenk abinin yakınından geçemiyor şimdilerde... Onunkisi "biz gibi sıcaktı"... Yalın "insanlık"... Yapmacık değildi... Sanal değildi... Kimsenin eksikliğini sömürmüyordu... Hele hele hazır cevaplığını, hiçbir dönem "kırıcılıkla" sonlandırmamış bir güzel adamdı...
Akşam eve gelince "yorgun baba"ları, "gönüllü aile komedyeni" gibi güldürdü , dinlendirdi...
Emekçi ve ezgin bedenleri huzura ve gülümsemeye gark etti...
Onu izleyen "baba" lar iş sitresini, televizyon denen "adi" camın yüzeyinde bırakırlardı...
Sıkıntı ve hezeyanlarını eve yansıtmadan yapıştırırlardı "sahte cama"... Oğullarına, kızlarına sarılıp, hatasız ve kaygısız paylaşırlardı gecelerini çocukları ile... Dağıtılmış kaygıları ile teklemezlerdi hayatlarında...
Ama Cenk abi de "baba" idi aynı zamanda...
O yıllarda, başka "baba" ların "zor" hayatlarını sönümlendirip, "oğul ve kızlarına eksiksiz sarılma imkanı veren" güzel insanın oğlu, bir gece vakti bardan çıkarken kavga edip gelecekti eve...
Burnu kırılmış oğluna, evde sitem eden "Cenk Baba", yine iyi niyetli, ama "BABA" gibi davranmaya çalışmış, fakat başkalarına mutluluk hissettirme ve kasaveti dağıtma görevine hayat vakfetmiş birinin, kendi içinde, için için eksiltmek zorunda kaldığı anların zayıflığını yansıtmıştı belki...
Güldürdüğü insanlardan farklı olarak, "sorun" etmişti incelikle, oğluna gelen zararı ve yine oğluna sitem etmişti...
Anın kızgınlığı ile kapının camına hücum eden genç oğlunun, şah damarı kesilip, oracıkta kan kaybından can vermesine "şahit" olmuştu iyi insan...
Ama Cenk abi de "baba" idi aynı zamanda...
O yıllarda, başka "baba" ların "zor" hayatlarını sönümlendirip, "oğul ve kızlarına eksiksiz sarılma imkanı veren" güzel insanın oğlu, bir gece vakti bardan çıkarken kavga edip gelecekti eve...
Burnu kırılmış oğluna, evde sitem eden "Cenk Baba", yine iyi niyetli, ama "BABA" gibi davranmaya çalışmış, fakat başkalarına mutluluk hissettirme ve kasaveti dağıtma görevine hayat vakfetmiş birinin, kendi içinde, için için eksiltmek zorunda kaldığı anların zayıflığını yansıtmıştı belki...
Güldürdüğü insanlardan farklı olarak, "sorun" etmişti incelikle, oğluna gelen zararı ve yine oğluna sitem etmişti...
Anın kızgınlığı ile kapının camına hücum eden genç oğlunun, şah damarı kesilip, oracıkta kan kaybından can vermesine "şahit" olmuştu iyi insan...
Bu acı, gülen yüzü söndürecekti...
"Hayat" gibiydi işte "Hayat"...
Beşiktaş'a da "Hayat" gibi bakan adamların, "Hayat"la sıfıra sıfır yüzleşmesi gibi...
"İyi insanların, hayatı güzelleştiren insanların", hayattan yediği tekmeler karşısında devrildiği gibi devrilmişti gönül kafesi Cenk Abinin...
Duygularını şöyle döküyordu oğluna mektubunda;
"Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi?
Hiç elinizi uzattınız mı ocakta yanan ateşin üzerine?
Demir tokmakları, başınıza başınıza indirdiler mi iri yarı adamlar?
Gözü dönmüş birileri kırdılar mı parmaklarınızı?
Tel örgülere takıldı mı sırtınız yerlerde sürünürken?
Birisi gelip kolunuzu kıvırdı mı arkaya... Zorlayarak "çat" diye kırıverdi mi?
Çaresizlik denilen, çaresi bulunmayan tek gerçek, sarıldı mı boğazınıza?
Adamın biri gelip iki gözünüze iki parmağını sokup, kör etti mi sizi?
Büyük değirmen taşlarını getirip koydular mı üzerinize, sırt üstü yatarken?
İyice bilenmiş bir bıçağı böğrünüze sokup çevirdiler mi 360 derece?
Ayağınız kayıp yola düştüğünüzde, bacağınızın üzerinden hiç kamyon geçti mi?
Su diye size uzatılan bardağı kafanıza diktiğinizde içinde asit olduğunu farkettiniz mi?
Demir bir çubuk boğazınızdan girip boynunuzun arkasından çıktı mı hiç?
Yolda sessiz sakin yürürken, aniden birisi gelip suratınızın en ortalık yerine muhteşem bir yumruk savurdu mu?
Balkondan düşen koca bir saksı, tam kafanızın ortasına indi mi?
Evinizin alev alev ateşler içinde yandığını seyrettiniz mi?
Bir insanın sel suları içinde çırpına çırpına can verdiğini gördünüz mü?
Veya bütün bunları görmemiş, yaşamamış bile olsanız, biraz düşününüz...
İşte bunların hepsi bir anda, benim başıma geldi...
19 yıl babalık etmeye çalıştığım, Allah’ın bana emaneti, canım, gülüm, hayatım, her şeyim, bir
tanem, sebeb-i hayatım, evladım, oğlum Nihat, 3 dakika içinde yok olası kollarımın arasında ölüp gitti.
Yapacak hiçbir şeyim yoktu... Kapının camı, şahdamarını kesmişti.
Fıskiye gibi kan fışkırıyordu...
Kan fışkırıyordu, umutlarım, istikbalim, hayatım yerlere dökülüyordu.
Bana yakın durması gereken oğlum, beni ölmeden öldürüyordu.
Bugün senden ayrılalı tam 1 yıl oldu...
365 günün bir tanesinde bile seni göremedim, elini tutamadım, yanağını öpemedim, bağrıma basıp sıkı sıkı sarılamadım...
Evde tek başıma otururken, kapıda anahtar dönmedi ve sen içeriye girmedin...
Bir tek gece odanın ışığı yanmadı...
Ben kapını açıp, "yatıyorum, sen yatmıyor musun?" diye soramadım...
Yaşamak canımı sıkmaya başladı...
Gül, senin aradığına dair bir tek not vermedi tam 365 gündür...
Bu kadar çabuk mu unuttun beni diye düşünüyorum zaman zaman...
Ama beni unutmayacağını, unutmadığını biliyorum, ben de biliyorum, halan da biliyor, enişten de, Ece de...
Ama oradan bir bağlantı kurulması mümkün değil...
Günler geçiyor aslanım...
Her geçen dakikayı beni sana yaklaştırdığı için seviyorum...
Eskiden nasıl üzülürdüm zaman geçiyor, bir gün senden ayrılacağım diye... Ama simdi her şey tersine döndü... Her şeye tahammül edebiliyor insan...
Allah böyle bir sabır vermiş kullarına. Ama tahammülü mümkün olmayan bir tek şey var.
Senin sevginden mahrum olmak...
Bunu hissedememek.
İşte ölmeden bu öldürüyor insanı..."
Oğlunun kaybının üstünden çok geçmeden, yıkılmış "gönül kafesi"nin oynadığı acı oyun sonucu, son nefesini veriyordu "CENK BABA"...
55 yaşında, sevenlerine hatıralar bırakarak, aniden çekip gidiyordu çoğu güzel insan gibi...
İyi insandı, İyi Beşiktaş'lıydı...
Tarihin gülen sayfalarına imzasını çakıp gitti...
Ama Unutulmadı...
Ruhun Şad olsun "CENK BABA"...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder