26 Şubat 2009 Perşembe

Ruhun Şad Olsun Abbas Sakarya


Beşiktaşımızın milli güreşçisi Abbas Sakarya'nın aramızdan ayrılışının birinci yılı. Uluslararası müsabakalarda Türkiye'ye ilk altın madalyayı getiren Sakarya, on sekiz yaşında iken Beşiktaş'ın bünyesine katıldı ve ömrünün sonuna kadar Beşiktaş ile yaşadı. " Beşiktaşlı, dürüst olmalı. " diyen Abbas Amcamız'ın ruhu şad olsun.

Kulübümüzün resmi yayın organı Beşiktaş Dergisi, 2006 yılında Abbas Sakarya ile bir röportaj yapmış, ömrünü Siyah-Beyaz'a adayan Kartal yürekli insanın hikayesini bizlere aktarmıştı. Ölümünün birinci yılında tekrar hatırlamak adına:

Yaşayan Tarih Yaşayan Efsane

Beşiktaş formasıyla sadece Türkiye'de değil, yurt dışında da fırtına gibi esmiş Abbas Sakarya... Ülkemize uluslararası müsabakalarda ilk altın madalyayı getiren Şampiyon bir güreşçi O...
Sadece güreş değil, birçok spor dalında başarıyı yakalamış bir isim... Şimdi 95 yaşında ve Emekli Sandığı'na ait bir huzurevinde kalıyor. Abbas Sakarya, hemen her günü Beşiktaş'la geçen ömrünü masal tadında anlattı.. Biz de hem bu sohbetten hem de anlattıklarını sayfalarımıza taşımaktan büyük bir keyif aldık... İşte Siyah-Beyaz bir ömrün hikayesi...

Haftaiçi... Yazdan çalınmış bir gün var... Güneş kemiklerimizi ısıtmasa da, varlığı mutlu ediyor bizi... Elbette o gün, en büyük mutluluk kaynağımız, Beşiktaş'ın yaşayan en büyük değerlerinden birisi olan Abbas Sakarya'yı ziyaret edecek olmamız... Güreş Şubesi Genel Menajerimiz Ahmet Köksal ile buluşuyoruz... Ahmet Köksal ve fotoğrafçı arkadaşım Cuma Yıldız ile beraber Etiler'in yolunu tutuyoruz... Emekli Sandığı Huzurevi'nin... Kendisini ziyaret edeceğimizden Abbas Sakarya'nın haberi yok... Huzurevinden içeri girer girmez, Abbas Sakarya'yı görüyoruz. Arkadaşlarıyla sohbet ediyor...

"Büyük Beşiktaş... En büyük Beşiktaş" diyerek karşılıyor bizi... Gözleri gülümsüyor... Elini öpmek istiyoruz ama izin vermiyor... Abbas Amca, 1911 doğumlu yani 95 yaşında... Ama görseniz, gençlere taş çıkartacak kadar dinamik... Hafızası da öyle... Çoğu insan akşam ne yediğini bile hatırlamazken, Abbas Amca, ne sorarsak soralım cevapsız bırakmıyor bizi... Kendisinin de aralarında bulunduğu Beşiktaş'ın Güreş Takımı'nın sporcularını, tek tek isim, soyad hatta lakaplarıyla sayıyor. İşte, Beşiktaş'ın Türkiye ve Balkan Şampiyonu, uluslararası müsabakalarda Türkiye'ye ilk altın madalyayı getiren büyük sporcu Abbas Sakarya ile sohbetimiz de bu şekilde başlıyor...
Yaşınıza rağmen gayet enerjik ve dinamiksiniz... 1911 doğumlu olduğunuza çoğu insanı inandırmak zor... 1911 yılında Bursa'nın Orhangazi'nin Çengiler köyünde doğdum ben. O köy Ermeniler'in köyüydü. Sonra onlar gittiler.. Dışarıdan gelen muhacırlar var. Gayet güzel bir köy. Havadar, şahane bir köy... Birkaç kere gittim ama uzun zaman önceydi...

İstanbul'a nasıl geldiniz Abbas Amca?

Babam marangozdu ve sürekli İstanbul'a iş yapmaya gelirdi. "Böyle olmaz" dedi ve evi İstanbul'a taşıdı.

Kaç yaşındaydınız?

7-8 yaşlarındaydım. Beşiktaş'ta marangoz fabrikası vardı. Babam orada işe girdi. Aynı zamanda bekçilik yaptığı için orada bir odada yatıp kalkıyorduk. Evimiz de orasıydı...

Hangi okula gittiniz?

Ortaköy'e giderken Barbaros İlkokulu var... O zaman ismi 19. İlkokul'du. Oraya gittim.

Dersleriniz nasıldı Abbas Amca?

Derslerim fena sayılmazdı. Aklım başıma sonradan geldi. Sonra başka mekteplerde çok iyi notlar aldım. Evvela ortaokulu Kabataş'ta okudum. Sonra babam fabrikadan ayrıldı ve serbest çalışmaya başladı. Böyle hayatımızı sürdürdük.

Semtten Beşiktaşlısınız yani?

Tabi ki... Ben Beşiktaş'ta doğmadım ama küçük yaştan itibaren oradaydım.

Peki kulüple nasıl tanıştınız?

Ahmet Fetgeri Aşeni vardı, kulübün kurucularından ve yöneticisi... Onun kızları ve bir oğlu vardı. Evvela onlarla arkadaşlığımız oldu. Bizim bir mahalle aşağımızda oturuyorlardı. Gençlikte zaten kuvvet önemlidir. Ortaokul bitmişti... Biz bir şeyin farkında değildik, eğlenelim, enerjimizi harcayalım diye kulübe kaydolduk. Bir tane külüstür minder vardı. Biz de arkadaşlarla becelleşip duruyorduk. Güreşe böyle başlamış oldum. O zaman Güreş Takımı Antrenörü vardı, yabancıydı. Çok yaman bir adamdı... Gençliğinde güreşi de çok yamanmış.

Nasıl devam ettiniz?

O zaman Federasyon muptediler (yeni başlayanlar) için güreş müsabakası açardı. Böyle bir tesadüf oldu ve biz de katıldık. Halbuki güreşe başlayalı daha birkaç ay olmuştu. Beyoğlu'nda Halk Fırkası'nın büyükçe bir yeri vardı, orada müsabaka oldu. Galatasaray'ın biraz yukarısındaydı. Güreş müsabakaları olurdu. Muptediler Müsabakası'nda önüme kim geldiyse hepsini yendim. Birinci oldum. Bana madalya verdiler. Sen misin birinci olan... Sen benim kabadayılığımı bir gör (gülüyor). Vallahi... Evdekilerin dünyadan haberi yoktu. Muptediler'de ikinci kez müsabakaya katıldığımda yine birinci oldum. Kural gereği, iki kez kazanan muptedi "usta güreşçi" oluyordu. Ben de "usta güreşçi" oldum. Ben o zamanlar çakal gibi adammışım. Girdiğim her müsabakayı kazandım. Öyle olunca "Bu adamda iş var" dediler ve kulübün takımına aldılar.

Usta olunca da söylemediniz mi ailenize?

Yok bilmiyorlar... Haberleri olsa yandık. İzin vermezlerdi ki...

Peki siz güreş takımı olarak nerede çalışıyordunuz?

O zaman Beşiktaş, Osman Paşa Konağı'ndan Akaretler'deki yerine taşınmıştı. Derme-çatma ahşap bir salon vardı. Akaretler'in sonunda büyük bir duvar vardı, yanından da yol geçiyordu. O duvardan kapı açtılar ve içeri girince kulüp oluyordu. Bir de orada 56 İlkokul vardı, onun bahçesinde de spor yapılırdı. Binaya minderler filan konuldu. 25-30 metre uzunluğunda bir salondu... İşte Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nü de oraya taşıdılar. Hava kötü olunca atletler de bizimle çalışırdı.

Ahmet Fetgeri Aşeni'yi biz kitaplardan okuduğumuz kadarıyla biliyoruz. Peki kendisi nasıl bir insandı? Bir de sizden dinlesek?

Ahmet Fetgeri, Fuat Balkan, hepsi bizim mühim yöneticilerimizdi. Hepsi evvela okumuş insanlardı. Ahmet Fetgeri Bey, deniz albayıydı ve iyi Almanca bilirdi. Spora karşı da son derece ilgiliydi. Görsen, "Bu adam spor yapamaz" derdin. Benden biraz kısaydı. Fakat çok iyi sporcuydu aynı zamanda... Güreş Şubesi'yle de Ahmet Fetgeri Bey, ilgileniyordu. Son derece dirayetli insanlardı.

Abbas Amca, yaşın gereği çok önemli tarihi dönemlere de şahitlik etmişsin. Cumhuriyet ilan edildiğinde İstanbul'da mıydınız?

Şahaneydi o günler... Biz okul takımındaydık ve izciydim. Merasimlere İstanbul'da iştirak ettik. Ankara'ya gidemedik. Hey gidi günler...

Atatürk'ün en sevdiği sporun güreş olduğu her yerde yazılır. Siz kendisiyle hiç görüştünüz mü?

1933 yılında İtalyanlar'la İstanbul Maksim Gazinosu'nda müsabaka yapıyorduk. Birden içeride bir dalgalanma oldu. Müsabakalar durdu. "Yangın mı oluyor?" filan derken, Atatürk'ün geleceğini öğrendik. O dönemlerde güreş müsabakaları canlı olarak radyodan verilirdi. Atatürk de Dolmabahçe Sarayı'nda heyecanla güreş müsabakalarını dinliyormuş, dayanamamış Maksim'e gelmiş. Müsabakaları sonuna kadar seyretti. Ama benim maçıma yetişti mi, yetişmedi mi hatırlamıyorum. Biz o zamanlar çocuğuz, aklımız da bir şeye ermiyordu... Müsabaka başlıyordu, alt-üst, alt-üst yenişmeye çalışıyorduk.

Böyle başarılı müsabakalar çıkarırken, üniversite için Macaristan'a gidiyorsunuz. Neden Macaristan?

Benim hiç öyle bir planım, Avrupa hakkında da geniş bir fikrim filan yoktu. Bizim Macar antrenörümüz vardı, çok değerli bir antrenördü. Bana hep "Macaristan'daki spor okuluna git, sen çok büyük adam olacaksın" derdi. Liseyi bitirdikten sonra onun teşvikiyle beni Macaristan Beden Eğitimi Fakültesi'ne gönderdiler. Macaristan, yabancı talebelerin bulunmasını çok istiyordu. Çünkü bu sayede onların okulunun reklamını da yapmış oluyorduk.

Macarca'yı hiç bilmiyordunuz ama değil mi?

Önce lisan kursuna kayıt olduk. Ama lisan öğrenirken, birinci sınıf derslerine başladım. Herkes şaştı, çok çabuk lisan öğrendim. Şimdi bakınca ben bile şaşırıyorum. Kısa bir zaman sonra imtihanlara katıldım. Jimnastik derslerinde nazaride birkaç sual soruyorlardı, amelide ise iyiydim zaten. Hiç ben de ummuyordum ama iyi dereceler aldım. Hatta size bir olay anlatayım; bir jimnastik hocamız vardı. Sınav olduk, ben hemen yaptım, kağıdı verdim. Ertesi ders hoca geldi, kızgın bir halde bütün sınıfa "Utanın, utanın! Şu küçük Türk'ten utanın" dedi. Meğer bir tek ben doğru yanıt vermişim. Sonra namım yayıldı. 4 senede okulu bitirdim.

Orada neden güreşe devam etmediniz?

Maalesef edemedim. Hep kendimi okula verdim. Üçüncü sınıfta Macaristan Güreş Federasyonu'na gittim ama bir baktım, benim orada öğrenebileceğim bir şey yok. Üstelik, ben onlara öğretebilecek haldeydim. Ben de gitmedim...

Okul bitti, Türkiye'ye döndünüz...

Evet, Türkiye'de dışarıda bu meslekte üniversite bitirmiş tek bir adam ben vardım. Maarif İdare (Milli Eğitim)'den adamlar, İsveç'te 3 senelik okul bitirmişlerdi. Halbuki benim okuduğum yer 4 seneydi. İstemediler, çekemediler beni... Ben her şeyin farkındaydım. Bu adamların ne kadar kötü ruhlu olduklarını, beni çekemediklerini biliyordum. Böyle olunca açıkta kaldım. Öğretmenlik yapmaya karar verdim. Robert Koleji'nden çağırınca, oraya gittim beden eğitimi öğretmeni olarak... Maarif İdare de benden kurtulmuş oldu. Gerçi biz de kurtulmuş olduk.

Spora katkılarınız sadece güreşle de sınırlı değil. Aynı zamanda Yüzme İhtisas Kulübü'nün de kurucususunuz...

Evet 1943 yılında kuruldu Yüzme İhtisas Kulübü. Ama tek başıma değildim. Suat Erler diye bir arkadaşım vardı. Kolej mezunuydu. O Almanya'ya gitti ve orada yüksek okudu. Çocukluk arkadaşımdı benim. Aklımız başımıza gelince, aylak aylak gezmek istemedik.

Bütün bunlar olurken Beşiktaş Jimnastik Kulübü'yle de irtibatınız hiç kopmadı değil mi?

Kopmadı... Ben hep kulübe gelirdim. Bazen güreş antrenörleri gelmezdi, takımı ben çalıştırırdım. 1929 ve 1930 yıllarında İstanbul, 1931 yılında da Türkiye ve Balkan Şampiyonu olmuşsunuz. Takım olarak allak bullak ettik adamları... Ben o yıllarda aklı başında, okuyan, araştıran bir adamdım. Şeytan gibiydim ama benim için hangi hareket daha önemli onu biliyordum. Her bakımdan çok iyiydim. Hep kazanıyordum, hiç yenildiğimi hatırlamıyorum. Karşımdaki sadece bir hareket öğrenmiş, ben her hareketi biliyordum.

Elbette sporda zeka da, güç kadar önemli...

Zeka olmadan hiçbir şey yapamazsın. Hele güreşte hiçbir şey... Kafan işleyecek... Öğrendikçe güreşe daha çok önem verdim. Kimsenin bilmediği hareketleri öğrendim. Öğrenmek de yetmiyor, bazı hareketleri yapmak için özel yeteneğinizin olması lazım. Lastik gibi adam olacaksın evvela, çabuk hareket edeceksin... Bunların hepsi bende vardı. Ben o kadar rahat müsabaka kazanıyordum ki... Kendi kendime "bunun hiçbir zorluğu yok" diyordum.

Hemen her spor dalıyla bir şekilde ilgilenmişsiniz. Hatta 1959-60 futbol sezonunda kondisyon hocalığı da yapmışsınız.

Evet yaptım... Aslında aldıkları antrenörlerin 20 mislini, 30 mislini ben futbolculara verebilirdim ama imkan olmadı. Ama kondisyon hocalığım da çok uzun sürmedi. Kısa bir dönem yaptım.

Futbolu sever miydiniz?

Sevmez olur muyum?... Veletken şeytan gibiydim. Çok iyi top oynardım ben.

Peki hiç futbolcu olmak istemediniz mi Abbas Amca?
Benim hiç aklıma öyle bir şey gelmedi. Ben her sporu yapıyordum. Bilhassa tramplen atlamasında çok iyiydim. Milletin "tramplen" ne demek, ondan haberi yoktu...

Beşiktaş Futbol Takımı'nın Teknik Direktörü Andrea Kutik'in tercümanlığını da yapmışsınız. Kutik bir yazısında "Muallim arkadaşım Abbas Sakarya da bana daima mesaimde yardımcı olmuştur" diyor ve size teşekkür ediyor.

Kutik yetenekli bir adamdı, meziyetleri vardı. Ama dediklerini futbolculara bir şekilde anlatmak lazım. Bizim futbolcular da anasının gözüydü. Bazı hallerde Kutik'in söylediklerini aynen tercüme etsem sorun olacak... Mecburen futbolcular kırılmasın diye, Kutik'in dediklerini yumuşatıyordum. Zannediyorum bir yıl çalıştık. Kutik, çok usta, çok kurnazdı, çok bilgiliydi...

Abbas Amca, hiç evlenmemişsiniz... Neden?

Öncelikle ekonomik sorun... Benden 4-5 yaş küçük bir kızkardeşim ve bir de abim vardı. Dediğim gibi babam marangoz fabrikasındaydı ama onlara bakıyordum.

Robert Koleji'nde öğretmenliğe başlayınca ekonomik olarak rahatlamadınız mı?

Şöyle, böyle düzeldi. Aldığım aylığın büyük bir kısmını eve veriyordum. Ama az bir kısmı kalıyordu, o da yol parası filan oluyordu.

Hayatta ailenizden kimse var mı?

Hepsi vefat etti, bir tek ben kaldım.

Sizce bir Beşiktaşlı nasıl meziyetlere sahip olmalı?

Beşiktaşlı, bir kere dürüst olmalı. Okumuş olmalı, arkadaş canlısı, kulübünü cidden ve samimi olarak sevmeli...

Burada gününüz nasıl geçiyor? Eskiden Sarıyer'den Kilyos'a kadar yürüdüğünüzü duydum ama şimdi izin vermiyorlarmış galiba...

Ooooo... Beni şöhret yapan yürüyüşlerimdir. Sabah kalkar kalkmaz evden çıkardım, Karadeniz'e kadar giderdim. Kilyos'un üst tarafında elimi ve yüzümü yıkardım. İkindiye doğru Beşiktaş'a eve dönerdim. 10 senedir de burada, huzurevindeyim...

Çok teşekkür ediyor, sağlıklı günler diliyoruz size...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Vefa sadece bir semt adı değildir. Yüce Kartal sizin gibi Beşiktaşlılardan razı olsun. Küçüklü büyüklü bütün sanal alem sitelerine, sitecilerine, forumcularına ders olsun. Barikatınız dert görmesin, kader size de gülsün.