31 Aralık 2008 Çarşamba

Ey Bilet Sen Nelere Kadirsin...1#

Bu maç 98-99 sezonunun ikinci yarısının ilk maçıydı... Takım kendini daha bulamamış ve ilk yarıyı 15 takımlı ligde 8. sırada kapamıştık. Bu maç, bu maçın son saniyesi, belki de tüm sezonun dönüm noktası olacaktı…

O zamanlar Ahmet Fetgeri'de sık sık görülmeye alışılan (şimdilerde bile hala amatör şube maçlarını kaçırmayan) Deli Murat vardı girişte. Sonra yine o zamanlar "görece" daha düzgün bir tribüncü olan Şifo vardı. Ve tabii Optik Başkan...

O zamanki deplasman maçlarına, en azından salon sporlarında, tribüne toplu girme modası vardı. Yine o şekilde, topluca salona girilince, diğer tribünlerdeki Beşiktaşlılar koşturarak hemen toplu giren grubun yanına gelmişlerdi. Doğal olarak sayıca fazla olan Galasatasaraylılar yine kahpece arada kalan taraftarlarımıza saldırmışlardı. Bizim tribünün abileri de oraya yönelince polis de her iki tarafa “yönelmişti”…

Maçın başındaki bu kavga basında yerini alacaktı…Maça iyi başlıyorduk… Thompson, Petruska'ya “manyak” bir blok koymuştu daha başlarda… Herkesin yere göğe sığdıramadığı ama az biraz maçları takip edenlerin, ne pislik olduğunu bildiği Orhun, Woolridge'i sinir ediyordu sürekli. İlk yarıda epey bir üstün oynuyorduk, farkı açmıştık.

İkinci yarıda bu defa Orhun iyi oynamaya başlamıştı. Biz de özellikle Rüçhan ve Praskevicius aksamaya başlıyordu. Maçın son 20 saniyesine kadar bir o tarafa bir bu tarafa gidip geliyordu skor… Son 20 saniyesinin her ayrıntısı inanılmaz bir mücadeleye tanıklık edildiğine işaretti…

Son 20 saniyeye girildiğinde, Galatasaray öndeydi ve mola almıştı… Top da onlardaydı… Faruk Beşok Durham'a taktik faul yapmıştı. Burada Koçumuz Ahmet Kandemirin üstün taktik hamlesine şahit olacaktık...

Çünkü topu kenardan oyuna Durham sokuyordu. Maçın sonlarında en yorgun gözüken oydu. Orhun'u Rüçhan ve Turabi sıkıştırmıştı. Kerem Tunçeri ise bilerek boş bırakılmıştı.

Durham Kerem'i görür görmez topu ona veriyordu. Orada Praskevicius'un faul yapacağını sanmıştı Galatasaraylılar… Ama o büyük bir profesyonellikle faul yapmadan Kerem'in topla çıkmasına izin vermeyecekti… Kerem de topu tekrar Durham'a vermek zorunda kalınca Faruk anında, oyunun en yorgun oyuncusuna faul yapıyordu…

Ahmet Kandemir'in tüm mola boyunca bunu anlattığı çok iyi belli oluyordu. Burada artık Allah yüzümüze gülüyor ve taktik tutuyordu… Durham'ın iki atışı da çemberi dolaşarak dışarı düşüyordu…

Thompson ribauntu alıyor ve son saniyelere molasız girmek zorunda kalıyorduk. Eğer Durham sayıyı atsaydı belki Ahmet Kandemir mola alıp farklı bir hücum çizecekti ama maçın kesilmemesi çok iyi olmuştu bir yerde…

Bizim tribün, bizim benchin arkasındaydı ve bizim hücum yönümüz diğer potaya doğruydu.

Thompson ribauntu alır almaz topu Woolridg’e vermişti. İkili sıkıştırma olmasına rağmen top Faruk'a geliyordu. Orada tribünde bulunan şanslı taraftarların hayatlarında “unutulmaz” şekilde yer edecek saniyelerdi bunlar…. Heyecan inanılmaz boyuttaydı…

Faruk fake yapıp topu Turabi'ye verince Turabi hafif sol çaprazdan üçlüğü göndermişti…

Ama sayı olmuyordu… Başarısız olan topu Rüçhan öyle bir yükselerek almıştı ki, orada bulunanlar duruma inanamamıştı… Rüçhan o hücum ribauntunu Petruska ve Durham gibi devlerin üzerinden almıştı... (Hatırlayanlar elbette olacaktır, ama hatırlamayanlara şaka yollu hatırlatalım; Petruska ve Durham'dan 7-8 tane Rüçhan rahat çıkar… Siz düşünün… )

O ribauntu alınca Rüçhan potaya geri atmadı. Sonuçta sadece 1 sayı gerideydik, bize boyalı alandan basket de yetiyordu. Rüçhan'ın ribaundu alış konumuna göre topu vereceği tek isim yine Turabi'ydi. O Turabi ki, bu maçın bizim takım için en kötü adamıydı o saniyeye kadar.

İşte o Turabi sol köşeden, sıfır noktasından yükselerek üçlüğü yazıyordu…

Maç bizim olmuştu. O sayıdan sonra Kerem Tunçeri hemen steps üstüne steps yapıp topu potaya göndermeye çalışsa da Turabi çoktan sevinç çığlıkları atarak bizim benche atlamıştı bile…




Artık oyuncular mı bizim tribüne çıkmıştı, bizim taraftarlar mı oyuncuların yanına atlamıştı onu çözmek zordu… Ama birbirini tanıyan tanımayan herkes sarmaş dolaş olmuştu.

İnanılmaz bir sevinç ve gururyaşanıyordu. Dakikalarca tezahürat yerine çığlık atmıştı taraftarımız… Sevinçten tuhaf anlamsız sesler çıkartıyordu herkes. Ve “Dersimli” Turabi zafer işaretini bambaşka bir gururla yapıyordu…
Sevinçler, çığlıklar, maç sonu siyah-beyaz çekmelerden sonra takım soyunma odasına gitmişti.



Galatasaraylıların küfürlerine Optik Başkan önderliğinde bir pike ve ardından salvo yapılmış gereken cevap verilmişti. Maçın sonunda bizimkileri zapt edemediği için zaten gergin olan polis, tribünden birkaç kişiyi almak istemişti.

Ama orada Optik Başkan vardı… Yiğitçe kollarını iki yana açıp polislerin karşısına dikilmişti. Hani bir yuvaya saldırıldığı zaman evlatlarını korumak isteyen kuş, deli gibi çırpınır kendini helak eder ya, işte aynen öyle.

Polisin onca küfürüne ve vuruşlarına rağmen hep en önde kaldı. Olay uzunca bir süre arbede şeklinde devam etti…

Aşağıdaki fotoğrafta yeşil polarlı, boynunda Forza atkılı Optik Başkan seçilebiliyor...




Polis bizim taraftarı dışarı çıkarmak isteyince menajer Engin ile oyuncumuz Turabi, soyunma odasından dönüp taraftarlarımızı korumaya çabalıyorlardı… Hatta Turabi polisin elinden 2 tane taraftarımızı alıp soyunma odasına götürüyordu.

Düşünün, şimdilerde herhangi bir sporcu, bir maç öncesi veya sonrası bu şekilde polisin elinden taraftar kurtarmaya kalkar mı… Turabi o davranışıyla o dakilkaları yaşamış olan tüm taraftarların kahramanı olmayı tamamen hak etmişti...

Optik Başkan'ın maç sonrası hindi babasını unutmak mümkün değil. Çıkışta yine en önde yürüyüşü de öyle...

Turabi, basketbolu bıraktıktan sonra kısa bir dönem GS menajerliği yapmıştı. Ama takım adı Cola Turka olana kadar, maçlarımızın çoğunda tribünde yerini almıştı.

O dönem basketbol taraftarının ilahı, 1.89 boyuna rağmen "alley-up"ları ters smaçla bitiren, Conrad Mc Rea gibi Rashard Grifith gibi elamanların smaçlarını blokla kesen Turabi, çocuğuyla ve de göbek bağlamış olarak sonraki dönemlerde o dönemin taraftarlarına gurur abidesi olarak göründü hep…

Dönemin “gençleri” ne zaman yanına gidip sohbete başlasa, hep sıcaklığıyla soruları yanıtlayan, "sol" görüşlü olduğunu bilen 16-17 yaşlarındaki gençlerin “gaz” içeren sorularına hiç bozmadan cevap veren Turabi… Bu maçı tarihin “unutulmaz” sayfalarına nakşediyordu…

Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer…




Geçmiş Zaman Olur ki...#5

1 yorum:

Adsız dedi ki...

eski eski diye diye biz bile eskimişiz ne güzel günlermiş sanki türk sinemasındaki" neşeli günler" tadında yaşamışız o günleri...

daha dün gibi gözümün önünde Spor Sergi salonunda oynanan maçlar...tek bir kapıdan girerdik salona zaman zaman soğuk olurdu salon üst üste maçlar oynanırdı Beşiktaş Tirübünlerinin müdavimlerinden cekirdekçi Osman herdaim salonda olurdu hazır kıta vaziyette sayımız zaman zaman bir elin parmaklarını geçmezdi ama yine "iki direk" arasında oturur maç boyunca tezahuratlarımızla Beşiktaşımıza destek vermeye calışırdık...

şimdilerde Fenerbahcede görevli olan Remzi dilli O zamanlar takım kaptanımızdı pala remzi derdik baba remzi diyenlerde vardı yaşca büyüktü diğer oyunculardan ...

sonra Beşiktaşımız 2. lige düştü kötü günlerdi sanırım 1 sezon sonra samsundaki finallerde tekrar lige çıktı...

sonrasında Ahmet Fetgeri salonundaki maçlar başladı semttin içinde her maçımız bir final havasında geçiyordu zaman zaman salon tıka basa doluyor deplasmana gelen takımlar büyük baskı altına alınıyordu...

sonra yapımı yılan hikayesine dönen Abdi İpekçi salonu bitirildi ve maçlar sıralı olarak bu salonda oynanmaya başlandı ...

derken Süleyman Seba Spor salonu yapıldı Bilgili Döneminde maçlarımızı yine semtte oynamanın güzelliğini doya doya yaşadık taki Akatlar yapılana dek ...

önce Futbol Takımı sonra Basket takımı "semtten sürüldü"

...bir çocuğun masumluğunda siyah beyaz hayallerimiz vardı çaldılar bunu Beşiktaş adına yaptıkları yalanını uydurdular inanmadık Hain ilan edildik...

"DENİZ TARAFINDAKİ KALE" HAYKIRIYOR: "Beşiktaşımızı geri ver demirören" diye