Oğlunun sesi dönüp duruyordu kulaklarının çınlayan köşelerinde. “Baba !!! Almadın mı yine o Kartal oyuncağını”.... Babaaaa... Babaa... baba. baa... ba... b.... Dakikalarca bu enkazın altında debelendi... Ve mesai bitiminde dar attı kendini dışarıya....
İşyerine yakın yerden bindiği dolmuştan indi... Hergün ikinci vesait olmasın diye yürüyerek dönmek zorunda olduğu, on kilometrelik mesafede hep önünden geçtiği “Kartal Yuvasının” camekanında, yine asılı duruyordu oyuncak “Kartal”... Üstü yumuşak oyuncak kumaşı işte bildiğin... İçi pamuklu yumuşacık oyuncak “Kartal”... Durduğu yerden bakarken vitrine, bir titreme geldi içten...
Aklına bekarken, ne içerde ne deplasmanda kaçırmadığı maçlar geldi... Uğruna düştüğü uzun yollar, soğuk gecelerde sabahlamalara yattığı kuytu taş parklar geldi aklına... Hatta göbeğinin sol alt kısmındaki “saldırma” deliği mi sızlıyordu ne yine....
Soğuk esen rüzgar gayri ihtiyari zayıf kuru dal misali vücudunu camekanın önünden evinin yoluna doğru itiyordu belli belirsiz. Rüzgarın dengesine koyverip kendini, tek dal sigarasını “dertlerini kundaklarmışcasına” yaktı... Belli ki sıcak dumandan medetleniyordu içini ısıtma konusunda...
Eve yaklaştıkça kalbi yine büzüm büzüm büzülüyordu... İnsana haber gelir ya bi yerden... “Kardeşin hakkın rahmetine kavuştu. Başın sağolsun” der ya bir ses... O anda ne dökülürse beyninin kılcal damarlarından aşağı kalbine doğru... Çekip çıkarılmaz bıçak yarası gibi sızlatır ya sol kolunu hisssizleştirerek bu akıntı. İşte yine öyle akıyordu her ne haltsa o şey..
Başından aşağı doğru...
Bodrum katta sadece tavana yakın yerinden, küçük parmaklık pencereli evinin içinden gelen, kirli sarı ışığın önünde oğlunun silüetini gördü. Kenarından bakınca netleşen görüntüye, perdenin uygun açısından bakmaya başladı. Oğlu, üst komşuları üniversitelilerin alıverdiği “yavru kartal” dergisindeki resimleri kesiyordu... Bir ikisini de geçenlerde resim defteri diye aldığı beyaz sayfalı bloknota yapıştırmıştı... Bacakları titredi çömeldiği cam kenarında... Güçlükle doğruldu...
Tam binanın kapısına iki adım kalmıştı ki yanında duran taksiye binmekte olan az göbekli bir süslü teyze çarptı gözüne. Gayri ihtiyarı ona baktı. Hiç nedensiz. Teyze taksinin kapısını hızla çekip hareket ettikten sonra. Bizimkisi anlık olarak kaldırdığı güçsüz boynunu yeniden bükerek dönecekti ki, ayağından iki karış ötede bir yumurta sarısı gıcır gıcır 50 lira gördü...
Kıpkırmızı olmuştu... Kafayı hızla kaldırıp bağırması bir oldu; “Teyzeeee !!! Paranız.” Ama taksinin arka tamponu o sırada yeni kıvrılmıştı sol köşeden... Eğildi yerdeki gıcır elliliği eline aldı...
Şimdi kafası bomboştu. “Ulan şansa bak” diyordu içinden. “Acaba buralı mı abla.” "La ne olurdu sümsüklenmesen de koşsaydın ardından” diye sesleniyordu kendi kendine... Sokak bomboş ve para ona , o paraya bakarken oğlunun sesi geldi uzaktan... “Anneeeeeee Ulaaan !!!” ... Ardından hınzır ve çocukça bi kıkırdama... “Yukardaki abi söyledi annee..." ‘Beşiktaş Ulan!" diye söyledi abi bunu anne....”
Ancak bu kadar gönlü yorgun bir adamın, ince fikrine sıkışacak sonuç duruyordu işte bu diyalogda... Elliliği elinin içinde yumruk yapan babanın karşısında bu duruyordu;
“Anne Ulannn !” “Beşiktaş Ulan!”.........
Hızla geri döndü... Geldiği yoldan gerisin geriye neredeyse koşar adım hızlandı... Sımsıkı tuttuğu elli lira hafif hafif terlemeye başlamıştı... Kartal Yuvası kapanmadan varmalıydı... “Allahım” diyordu içinden... “Bu günahı bana yaz...” “Oğlum için helal et...”...
O kadar hızlı yürüyordu ki, içe çökmüş yanağının kenarındaki gülümsemeyi fark edemiyordu... Evet çok mutluydu farkında olmadan... Hani insanın dişi günlerce ağırır da, gidip çektirdiği gün hem ağrıyan kafasının içinde bir boşluk hissettirir, hem de olmayan dişinin yerinde bir arama duygusu yaratır ya... İşte farkında olmadan o haleti ruhiyede neredeyse koşar adım yürümeye devam ediyordu...
Yaklaşık elli adım kalmıştı Kartal Yuvasına... Normal zamanda, hiç yukarıya kaldırmaya hacet bulamadığı boynu, hızla yürümeye başladığından beri hiç bükülmemişti buraya gelene kadar... Birden bire ne olduysa, sanki gözlerinin takıldığı yere doğru, filmlerdeki ağır çekim sahnelerdeki gibi dönüverdi.. Belki saniyenin üçte biri bir anda, ne dudağının kenarındaki gülümseme kalmıştı, ne biraz önce dimdik olmuş omuzlar, ne de o rüzgara karşı hızlı yürüten bacaklarda derman...
Gayri ihtiyari döndüğü sol taraftaki belediye bankına doğru yürüyordu şimdi... Birkaç saniye önce neredeyse kahkaha atacak durumda olan adam, şimdi cenazesinin ardında ağlamaklı yürümekte olan insanlar gibi yürüyordu... Elli lirayı tutan ve hafif terlemiş ellerinin parmak uçlarının soğuk dokunuşunu ve kafasına saplanan çivilerin sıkıntısını çeker haldeydi şu anda....
Bankın önüne geldi ve durdu... Küçücük bacaklarını göğsüne çekmiş, üstünde siyah pamucuklanmış bir yün süveter, içinde kirli beyaz bir uzun kollu penye bulunan 10-12 yaşlarındaki yanakları soğuktan kızarmış çocuğun önünde dizlerinin üstüne oturdu...
Küçüğün, olanca kuvvetiyle boynuna doladığı eski “Beşiktaş Atkısını” parmak ucuyla az aşağı çekti çocuğun yüzünü görmek için.
Boynu Beşiktaş atkılı küçük çocuğun gözleri kızarmış, ve kenarlarından damlalar süzülüyordu. Dağınık saçlarını hafiften okşayarak büzülmüş çocuğa “neyin var oğlum” dedi... Burnunu çekiştirip, gözünün yaşını silen küçük, şöyle bir baktı karşısındaki adama... İlk gözünü diktiği yer, bu başını okşayan amcanın boynundaki siyah-beyaz koşkoldu... Az sırtını doğrulttu... “Amca sen de Beşiktaşlısın” dedi...
Adam gülümsedi.. “Evet... Görüyorum ki sen de öylesin...” “Hayırdır, birşeye mi üzüldün...” dedi çocuğa...
“Yok amca” dedi çocuk... “Söyle oğlum” diye ısrarlandı adam... “Söyle neyin var...” ... Çocuk biraz yutkundu... Tekrar adamın boynundaki siyah-beyaz atkıya bakarak sessizce fısıldadı...
“Karnım aç amca...”
Çok kısık sesle söylemişti bunu çocuk... Ama adam bu lafı çok duymuştu zamanında... Gözünün önüne, semtte yanlarına gittikleri abiler geldi... Bunun gibi 8-10 çocuğu yedirip içiren, sonra akşam eve sigara alamadan dönen abiler... Bu yüzden, bu kısık ses kulağında çığlık oldu adamın...
Elinden tuttuğu gibi, “hadi evladım kalk bakiim gidiyoruz dedi...”... Çocuk daha “nereye” diyemeden , 10 metre ötedeki kebapçıya dalmışlardı. Adam bağırdı... Usta ... Duble iskender, bol yoğurtlu... Önünden de bi mercimek... Bol ekmek...”... Çocuk şaşkın, ama gülümser durumdaydı... Adam karşıda, çocuk bu tarafta, güzelce yedi yemeği... Suyunu da içti...
“Doydun mu evlat” dedi adam... Çocuk “bereket versin amca” dedi... Adam hesabı ödedi.. Kalan otuz lira hala avucundaydı... Gel bakayım diyerek çıktı kebapçıdan...
Elinden tuttuğu çocukla birlikte 20 adım ötedeki Kartal Yuvasına daldı... Bakındı... Az ilerde solda 30 liralık kalınca, kapşonlu, önünde büyük kartal kabartması olan switshirt’ler takıldı gözüne... Hemen şöyle el yordamıyla çocuğun bedenine az da büyük gelen bir tanesini askısından çıkarttı... Çocuğa giydirdi... Kapşonu da sıkıca geçirdi kafasına...
Çocuk bir yandan gülümsüyor, bir yandan da giydiği kapşonlu poları okşuyordu... Adam elindeki son otuz lirayı da kasaya vererek çocukla birlikte kapıdan dışarı çıktı...
Çocuğa dönerek sordu “nasıl oldu kapşonlu”.... Çocuk içinde ufak Beşiktaşlı hinliğiyle kıs kıs gülerek; “çArşı gibi oldum amca” dedi... Adam da çocuk da kahkayı bastılar...
Çocuk adama tekrar tekrar teşekkür ederek arkasını döndü, ve karnı doymuş, biraz içi ısınmış bir semt çocuğu edasıyla yüksek sesle haykırmaya başladı;
“SEMTİMİZ ERKEK SEMTİİİ, AŞIK EEDER HERKESİİİ..”...
Adam inanılmaz bir iç huzurla arkasını dönerek fısıltıyla “üzerinden eksilmesin bayrağının gölgesi” diye söylendi... Eve varana kadar ıslıkla gündoğdu söyledi...
Eve girdiğinde, kendi oğlu atıldı boynuna.... Bağırıdı heyecanla.... “Babaaaa !!! Aldın mı Kartal...”...
Adam buruk bir gülümsemeyle oğluna; “Aldım oğlum” dedi... “BUGÜN BİR KARTAL ALDIM”...
Oğlan; “e haniiii” dedi... Babası, “oğlum bizim Kartal Stadın önünden geçerken uçtuuu...” dedi gülümseyerek...
Çocuk biraz şaşkın, duraksadı... Sonra “yapma yaaa” dedi yüzünü buruşturarak... Ama hemen geri döndü babasına gözlerini sonuna kadar açıp... Sordu, “uçtu hee, Babaaa, Kartallar yüksek uçar dimi...”...
Adamın neşesi yerine gelmişti... Gülümseyerek “Evet oğlum... Yüksek uçarlar” dedi..
Çocuk içeri koşarken sesleniyordu atkısını çıkarmakta olan babasına, “Babaaaa.... Üstteki abi bana ne öğretti biliyo musun...” . Babası , “ne oğlum”....
Çocuk ince sesiyle ve olanca gücüyle bağırıyordu, “BURAAAASI BEŞİKTAŞŞŞ”...
Adam gülümseyerek elindeki atkıya baktı... Arma gözünün içinde ışıldadı... Ve katıldı oğluna;
“ALAAAAAYINAAA GİDEEEERRR !!!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder