3 Ekim 2009 günü, Beşiktaş Şeref Bey Stadı, insanlık tarihinden bilindik bir vakaya sahne oldu. “Şahsi hedefler, şahsi beklentiler, şahsi dertler” ortak hedefin, ortak bağın, ortak davanın önüne geçti. Ortak davanın adı “Beşiktaş ve Beşiktaş’a olan karşılıksız gönül bağıdır”. Ezilmeye çalışılan buydu. Yöntem olarak ise insanlık tarihindeki o bilindik yöntemler kullanıldı; Baskı ve Şiddet…
Görevler verilmiş, görevler alınmış…
Beşiktaş tribününde bu güne kadar yerini almış, Beşiktaş’a birçok farklı şekilde emeğini vermiş, en azından orada yer alarak karşılıksız gönül bağını ortaya koymuş insanlar, bir bedel ödemeye itildi. Kimi doğrudan kimi de dolaylı olarak adres oldu…
Görev verenler ve alanlara dair “isim” çalışmasına artık gerek kalmadı. Herkesin kendi yaptıklarını bildiğini ve Beşiktaş taraftarından gelecek cevabın adresine kendini koyacağını kabul ediyoruz. Haberler üstünden bilgi edinenler için, bilgi kaynağının güvenilirliğinden emin olunduktan sonra, öğrenilecek yeni bir konu yoktur…
Önemli olan şu: Beşiktaş’ın eşsiz tribün geleneği, Beşiktaş’a değil, başka “davalara” kurban edilmeye itildi…
Beşiktaş tribün geleneği adına bunlar alışıldık ve alışılabilecek şeyler değildir. Başka tribünler için böyle olabilir, birileri oralardan feyz de almış olabilir, ancak Beşiktaş taraftar kimliği ve tribün geleneğinin farkının nereden geldiğini unutmasın kimse… Fark; onu oluşturanların ortak gönül bağı, ortak sevgisi, saygısı ile birarada yaşayabilme, ortak davada yürüme ve dayanışma üstüne yeşermiş olmasıdır.
Yeni düzenlerde hayatın her alanında çürüyen bu değerler, Dolmabahçe yolunun sonunda, bir tribünde ve onu yaşatan ulu çınarın eşsiz tarihinde can bulmuş ve varlığını sürdürmüştür…
İşte saldırı bu varlığa oldu, diye kabul edilmelidir.
Ne zaman ki konu magazine dönüşür, ne zaman ki basit noktalara indirilir, o zaman esas nokta kaçacaktır: “Tribünden yönetime dair hareket olurdu-olmazdı” konusunun ötesinde bir noktaya varıldı… Bunu herkes bilmeli ve öyle anlatmalıdır.
Esas olan; tribünde gösterdiği tepki farklı da olsa, her Beşiktaşlının neye inandığı, ne istediği, esas derdinin ne olduğu, bunu tribünde birarada nasıl yaşattığıdır… Yani esas olarak tavır, sahibinin “kimliğidir ve niyetidir”...
“O şekilde tepki gösteren - Bu şekilde gösteren” ayrımı, Beşiktaş tribünü içinde yaşatılamayacak bir ayrım değil... Bu taraftar neleri yaşattı bağrında, ne ortak davalar adına neleri atlattı tüm tarihi boyunca!... Böyle bir noktada basiretsiz kalacak değil!... Ancak buradaki mevzu, “farklı tepkiler-farklı tavırlar” olmasının dışında, bu farklılığı yaşatabilmek yerine, tribüne “tek taraflı belirlenmiş ve hedeflenmiş” “renkler” verilme çabasıdır.
Beşiktaş’ta iktidar gücünün bu seviyelere kadar düşüp, bu yöntemlere muhtaç kalarak, buradan geçeceğine inanmış ya da inandırılmış olanlar, Beşiktaş’ın neresinde durduklarını göstermiş oldular. Beşiktaş sınırının diğer tarafındadır yerleri... Bu yöntemlerin fikir babalarından “başarıya ulaşmış örnekler” dinlemeyi kesmelerinde de fayda vardır… Çünkü, dünyada başka Beşiktaş yoktur!...
Hiç kimse “Yönetim aleyhine bağıranlar Beşiktaş’a zarar vermek için bağırıyor” v.s. diye anlatmasın... Hiç kimse onca insana “sabotajcı” diyecek kadar saf ve komik duruma düşmesin. Önce sözlükte sabotajın anlamına bakılsın, sonra da sobataj denilen nanenin resmini, o günkü tribün kameralarından ulaşabilen izlesin...
Genel olarak tribünlerin ya da “Beşiktaş tribününün yönetim konusunda tavrı ne olmalıdır”, “sınır nedir”, “şunlar hata olmuştur”, “bu kadar da olmamalıdır” ve benzeri mevzuların ötesine geçildi çoktan... Bunlar sabaha kadar tartışılır... Ama tribünde “tek taraflı-tek hedefli saldırı” - “sindirme yöntemi”, Beşiktaş tribünü için bırak tartışmayı, telaffuzu bile hak etmez... Yakar, sızlatır Beşiktaşlının dilini… İğreti gelir... “Bunun Beşiktaşlılıkla alakası olamaz” hissindeki mesaj budur... Ama görülmüştür ki, buna girişenin “elinde-dilinde-yüreğinde” yara olmamıştır... İşte bu “Beşiktaşlı olanla olmayanı ayırma” yöntemidir... Bu turnusol tarih boyunca hiç şaşmamıştır...
Bunlar Beşiktaş tribününe “ithal” mevzulardır. Görev vereni de, alanı da, yöntemi de, bunların derdi de, hedefi de, davası da “ithal”dir... 106 yıllık ulu çınarın bünyesinden değildir, tarihinden değildir… Bünyenin tükürmesinden başka bir şeyi de hak edecek şeyler değildir, ki “eninde sonunda” öyle olacaktır… Başka örneklerde bünyeler bunu hazmetmiş olabilir, ancak Beşiktaş taraftarının bünyesi bunu tükürecektir... Öyle ya da böyle... Artık o tükürükte kimler boğulur, kimler Beşiktaş taraftarının nefesinin rüzgarı ile savrulur, onu tarih gösterecektir... Er ya da geç...
Yaşananlar kardeş kavgası değil!... Aile içinde olmuş şeyler değil!.. Bunu herkes bilmeli...
“Sen!... Beşiktaşlı!... Böyle düşüneceksin, böyle davranacaksın, aksi durumda bedeli de budur!...”
sloganı ile görev veren ve alanlar, Beşiktaş kardeşliğinin ve ailesinin dışında yaşamayı, o sınırın dışından içeriyi zorlamayı “görev” edinmişlerdir… Kabul budur…
O zorlamalar “set”leri aşmış-aşamamış olabilir… O zorlamalar “kapı”lardan geçmiş-geçememiş olabilir… Zayıf anda, zayıf yerleri hedef seçmiş-seçmemiş olabilir...
Önemi yok... Önemli olan, niyet belli olmuşsa, akıbetinin de öyle ya da böyle belli olacağıdır... O akıbeti kişiler, çevreler, ekipler yazmayacak… Aynen tarihte olduğu gibi; “O akıbeti Beşiktaş taraftarının ortak gücü yazacak”... Er ya da geç...
Sadece bugün için değil, sadece 2009 ya da 2010 için değil... Gelecekte de böyle dertlerle, bu yöntemlerle hareket eden her kim olursa, hepsi için yazacak...
Beşiktaş tribünün emekçileri için...
Beşiktaş’a karşılıksız gönül verenler için...
Beşiktaş’ın “paylaşma–dayanışma”, “birarada yaşayabilme” geleneğinden gelen gücü “Beşiktaş’ın gücü” yapmanın, “Ortak nefes ile kArtalın kanadına rüzgar olma” anlamına geldiğine inanmışlar için...
Kardeş ve çocuklarına nesiller boyu böyle anlatmış ve anlatacaklar için...
Büyüklerinden böyle bilmişler için...
Hepimiz için… Yol bellidir ve yeni değildir…
Bu gelenek; o tribünde üflese, rüzgarı ile Dolmabahçe’den denize doğru savuracak bir gücü miras bıraktı bizlere... Orada olanlar yarattı yine bu geleneği... Herhangi bir meselede, tepkileri farklı da olsa, yine “birarada aynı coşku ile Beşiktaş’ı yaşayanlar”, yani bizler yarattık... Şimdi birileri istiyor diye , bu değerlerimizi “ithal” dertlere kurban verecek değiliz...
Hatırlayacağız, hatırlatacağız, hatırlatmalıyız!...
Bu illetin bünyeye girmesini engelleyecek güç nereden gelecek?... Onu da ithal etmek zorunda mıyız başkaları gibi?.
Beşiktaşlı bugün ve hergün, gücünün bu ortak gelenekten ve dayanışmadan geldiğini hatırlayacak ve hatırlatacak... Birarada davranmanın gücünü unutanların hafızalarını tazeleyecek... Başka yolu yok…
Her kim ki, bu tribünde karşılıksız sevgi ile, gönül bağı ile orada yer almış olarak, asla hak etmediği tavırlara maruz kalırsa, o anda “hiç sektirmeden” Beşiktaş taraftarından ortak tepkiyi görmelidir... Bu tribün “bunu unutanlara” hatırlatmalıdır bunu...
Derdini her yerde ileten, paylaşan Beşiktaşlılar için “niyet, ses, güç”, hepsi ortaklaşmalıdır...
Oradaki herkes, “yönetmek isteyene ait davanın dışında”, ortak “Beşiktaş davası”nın peşinde ise, tersi davaları bünyeye almıyor, kabul etmiyor ise, o noktadan sonra “iktidar” peşinde olan için, niyeti o olsa bile “iktidarın” bir anlamı kalmayacaktır...
Beşiktaş Kulübü için de, tribün için de bu böyledir…
Beşiktaş’ı Beşiktaşlıdan öğrenmişler adına... Dünyanın en güzel ezberini “Beşiktaş” diye yapmış olanlar adına... Kulağına “Beşiktaş” adı üflenmişcesine kalbinin en orta yerine bu aşkı koymuş olanlar adına söylüyoruz:
BEŞİKTAŞ TARAFTARI VE TRİBÜNÜ…,
BUGÜN YA DA YARIN...,
ER YADA GEÇ…,
GELENEĞİNİ, MİRASINI VE ORTAK GÜCÜNÜ HATIRLATACAKTIR !!!
SADECE BEŞİKTAŞ İÇİN ÇARPAN KALBİ İLE !!!
ÇÜNKÜ ASLOLAN HAYATTIR… HAYAT DA BEŞİKTAŞTIR !!!
SonBarikat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder