11 Nisan 2010 Pazar

Azınlık Raporu

Yaklaşık bir ay önce Alen abi bir yazı yazmıştı. Yorumsuz başlığı ile...

Şu linkten okuyabilirsiniz...
Alen abinin yazısını okuduğumuzda, Aralık 2008 tarihinde başlayıp yaklaşık iki ay üzerinde durduğumuz, fakat kendi aramızda tartışıp yorumlamamıza rağmen, site üzerinden yayına vermediğimiz bir çalışma geldi aklımıza... Küçük ölçekli bir anket çalışması idi bu... Konusu İlköğretim düzeyindeki okullarda sınıf sınıf çocukların, hangi takıma gönül verdikleri idi... Eriştiğimiz sonuçlar, Alen abinin "yorumsuz" bırakmaya çalıştığı sonuçlarla benzeşiyordu. Fakat biz durumu kendi aramızda yorumsuz bırakmayarak çalışmayı kayıt altına alıp yorumlamaya çalışmıştık. Alen abinin "Yorumsuz" başlığıyla paylaştığı durumu, bir nebze de olsun "yorumlayabilmek" derdi ile paylaşıyoruz çalışmamızı şimdi.
Çalışmamız, bir arkadaşımızın şu sözleri ile başlamıştı aslında;
"Her ne kadar 'büyüklük' kompleksimiz olmasa da bir yerlere itilmeye çalışıldığımız doğrudur. Aslında bu durumu uzun zamandır hepimiz biliyor ve gözlemliyoruz. Ama bu 'itilme' hadisesini 2004 yılında ilk dile getiren İhsan Kalkavan'dı ve canlı yayında kameraya dönerek, seyreden Beşiktaşlı taraftarların gözlerinin içine bakarak şöyle demişti; 'Türkiye'de futbol dünyasında yeni bir sektörel yapılanma var. Bu sektör maalesef ki Beşiktaş'ımızı geri plana atarak pastanın sadece 2 büyük kulüp tarafından paylaşılmasını hedeflemekte. Bu tehlikenin şimdiden önemsenip ona göre hareket etmek gerekiyor' tarzı bir söylemde bulunmuştu.
2 Büyük' anlayışının yeni dimağlara da işlenmesi hiç de zor değil. Gidin mahalle aralarına gözlemleyin, gidin okul bahçelerine beden derslerine çıkan öğrencilerin üzerlerine giydikleri eşofman ya da forma renklerine bakın ne demek istediğimi anlayacaksınız. 10 erkek çocuğunu(kızları hiç saymıyorum) alın karşınıza sorun hangi takımı tuttuklarını. İddia ediyorum en az 9'u renkli takım ismi söyleyecektir(ki ben bu acı verici anketi sürekli yaparım). Eğer 10 çocuktan 3 tanesi cevabında 'Beşiktaş' dediyse bu durum sadece 3 Beşiktaş taraftarı çocuğumuzun o an 10 kişi arasına düşmesinin tesadüflüğünden olmuş olacaktır. Yani 1000'de bir olur bu durum, onu da söyleyeyim!
'Az olalım, öz olalım' mantelitesi duygusal bir edebiyat olmaktan öte değildir artık. Az oluna oluna 'öz'ler de bir gün tükenecek ve ortada Beşiktaş'ı tutan bir nesil şimdikinden daha da azınlıkta kalacaktır. Peki yeni nesil yetişen ve aile içinde yetişen küçüklerimizi Beşiktaşlı yaparken onları hangi yakıtla besleyeceğiz? Bırakın Hakkı ve Şeref'imizi, Metin-Ali-Feyyaz'ı bile anlatsak yine besleyemeyiz onları. Çocuklar da artık düzenin eline düşmüş bireylerdir. Yıllık başarıların görselliği ile süslenen vitrinlerin cazibesi yeni neslin dikkatini çok daha kolay çekmektedir. Peki Bizler Beşiktaş'ı sevdirme gayreti gösterirken hangi vitrinin önüne getirip neyi anlatacağız çocuklarımıza? Elimizde Beşiktaş Müzesinden başka bir vitrin var mı? Yoksa çok övündüğümüz ya da çok övülen tribünlerimiz mi bizlerin sevgi pazarlama vitrini olacak? O çocuklarımızı stada getirerek, sahada formalarını ıslatan ve mücadelenin babasını ortaya koyan ve rakibini dize getiren futbolcularımızı tanıtmak mı daha anlamlı olurdu, yoksa futbol oynamayan bir takımın destekleyicisi olan tribünlerin görselliği ile övgülerini kazanmak mı?"
Bu sorulara cevap arama ve yorumlama ihtiyacı ile başladı çalışmamız. Ve çevremizdeki arkadaşlarla, ilköğretim okullarına gidebilenlerimiz, okullarda küçük anketler yapmaya başladı. "Hangi takımı tutuyorsun?" sorusunu sorduk okullarda çocuklara...

Öncelikli olarak, gidilen okulların genel durumu hakkında bilgi verelim ki kafalarda soru işareti kalmasın. Bu çalışma sadece "sosyo-ekonomik açıdan yetersiz" ve "gelir seviyesi düşük" sayılabilecek, orta halli okulları kapsayan bölgelerde gerçekleştirildi. Yani kolej ya da iyi devlet okullarında değil. Gerçi bir okulun iyi bir devlet okulu olmasının da çeşitli kriterleri var ama öğrenci ve veli profilini incelersek, bu sayılarını vereceğimiz okullar "memur-işci-işsiz" ve "hiçbir sosyal güvencesi olmayan" ailelerin çocuklarının öğrenim gördüğü okulardır.
Özetle bu çalışma, hayali kahramanlardan değil gerçek kişiliklerden oluşmaktadır...
Anket, 6 okulda, toplam 1771 öğrenci arasında yapıldı.1771 öğrenciden sadece 128 adeti "Beşiktaşlıyım" dedi.Bu 128 öğrencinin 65'i Erkek, 63'ü Kız öğrenciydi.Toplam öğrenci sayısının sadece %7 sinin Beşiktaşlı olduğu ortaya çıktı.Bu %7 lik "Azınlık", %49 Kız %51 Erkek olarak ayrılıyordu kendi içinde.
Yaş grubu ve o yıllardaki başarı düzeyine göre kategorilendirelim dediğimizde aşağıdaki tablo çıktı ortaya.


8 yaşındaki 2 nci sınıf öğrencilerinden 79 çocuğa soruldu, sadece 8 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 8 çocuğun 5'i Erkek 3'ü Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Kupa kazanamamış ve ligde 3 ncü olmuştu.
9 yaşındaki 3 ncü sınıf öğrencilerinden 289 çocuğa soruldu, sadece 18 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 18 çocuğun, 7'si Erkek 11'i Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Kupa kazanamamış ve ligde 2 nci olmuştu.
10 yaşındaki 4 ncü sınıf öğrencilerinden 315 çocuğa soruldu, sadece 22 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 22 çocuğun, 12'si Erkek 10'u Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Kupa kazanamamış ve ligde 2 nci olmuştu.
11 yaşındaki 5 nci sınıf öğrencilerinden 307 çocuğa soruldu, sadece 28 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 28 çocuğun, 15'i Erkek 13'ü Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Federasyon ve Cumhurbaşkanlığı Kupalarını kazanmış ve ligde 6 ncı olmuştu.
12 yaşındaki 6 ncı sınıf öğrencilerinden 374 çocuğa soruldu, sadece 22 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 22 çocuğun, 14'ü Erkek 8'i Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı TSYD ve Başbakanlık Kupalarını kazanmış ve ligde 2 nci olmuştu.
13 yaşındaki 7 nci sınıf öğrencilerinden 317 çocuğa soruldu, sadece 19 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 19 çocuğun, 5'i Erkek 14'ü Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Kupa kazanamamış ve ligde 3 ncü olmuştu.
14 yaşındaki 8 nci sınıf öğrencilerinden 90 çocuğa soruldu, sadece 11 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 11 çocuğun, 7'si Erkek 4'ü Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş Şampiyonluk Kupasını alarak Ligde 1 nci olmuştu.

Bu ankette çocuklara "NEDEN" diye de soruldu. Genelde "Dayım" ve "Babam" cevabı alındı.
Aslına bakılırsa çocukların "Neden Dayım-Amcam-Babam" dediğinin de pek bir önemi yoktu. Bunun önemli olmadığını sorulan sorulara aldığımız cevaplar anlatıyordu. Önemli başka bir "Fark"ı işaret ediyordu cevaplar... Şöyle ki Fenerbahçeli, Galatasaraylı ya da Beşiktaşlı çocuklar, "Neden....... takımı?" sorusuna genel olarak, hep sevdikleri ve idol gördükleri aile içi bir büyüğü işaret ettiler. Ama bu Beşiktaşlı çocukların hepsinde, tek gerçek olarak karşımıza çıktı. Bir Galatasaraylı çocuğa veya Fenerbahçeli çocuğa sorduğumuzda; "Arda, Lincoln için" "Alex'i çok seviyorum" "Şampiyon oluyor, güzel oynuyor" tarzı cevaplar alıyorduk. Genel olarak hep "tanınmış futbolcuların isimleri" ve "Şampiyonluk" sebep olarak gösteriliyordu. Tabi ailelerinin, dayılarının, amcalarının yön verdiği de göz ardı edilemezdi bu bakışa.
Ama 7. Sınıfa giden Beşiktaşlı bir çocuğun verdiği bir cevap var ki bize "Farkı" gösteriyordu;
Beşiktaşlı Çocuk: Abi başka takım tutamıyorum...
Biz: Neden başka takım tutmak istiyorsun ki?
Beşiktaşlı Çocuk: Ne bilim bazen fenerli olmak istiyorum, onu tutayım diyorum, ama bir türlü olmuyor, tutamıyorum.
Biz: Neden fener?
Beşiktaşlı Çocuk: Biz başarılı olamıyoruz onlar ise hep başarılı...
Biz: Neden geri adım atıyorsun peki. Fenere neden geçmiyorsun?
Beşiktaşlı Çocuk: Olmuyor abi valla olmuyor bana sevimsiz geliyor fener. Bir türlü Beşiktaştan koparamıyorum kendimi çok seviyorum Beşiktaşı.
Aslında dediğimiz gibi genelde aile büyükleri işaret ediliyordu. Ama bir "Fark"da hissediliyordu "azınlığımız" tarafında.
Çok açık ve net olarak söylemek gerekir ki Beşiktaşlıların haricinde, sınıfların ya da sorduğumuz grupların hepsi ama hepsi, başka takım tutuyor. Oran olarak söylersek, Fenerbahçe ve Galatasaray atbaşı gidiyor. Yani bir sınıfta Beşiktaşlılardan arta kalan diğer kısım, ya %60 Galatasaraylı diğer kısmı Fenerbahçeli, ya da %60 Fenerbahçeli gerisi Galatasaraylı. Bazen de %50, %50 oluyorlardı.
Galatasaraylıların Fenerbahçelileri kızdırması Uefa Kupası üzerinden, Fenerbahçelilerin Galatasaraylıları kızdırması da 6-0 üzerinden oluyordu. Ama o dayılar yok mu o dayılar hep onların etkisi ile takımlar tutulmaya başlanmış olduğu görülüyordu. Ondan sonraki yani aile baskısı olmayanlar ise alınan başarılar, yıldız oyuncular(Türk-Yabancı), aile çevresinde ve içinde saygı duyulan, idol olan kişilikler önemsenerek takımlar seçiliyor gibi görünüyordu.
Çok net ve dikkate değer olan bir diğer tespitimiz ise; Toplamda kaç tane Beşiktaşlı varsa o okulda, mutlaka ama mutlaka hepsi bariz bir şekilde "çok sağlam kişiliklere sahipti". Şımarık ya da lakayıt çocuklar değillerdi kesinlikle Beşiktaşlı çocuklar. Bakışlarından, yüzlerinin o belirgin "sağlam karakterli" hallerinden, bir "FArk" hissettiriyorlardı. Nasıl bir takımı tuttuklarını ve azınlıkta da olsalar, "güçlü bir şekilde sahip çıkmalarının gerekliliğini" çok iyi özümsemişlerdi hepsi.
Burada maksat diğer çocukları kötülemek değil kesinlikle... Sadece genel anlamda Beşiktaşlı çocuklar çok bariz "farklı" olduklarını, yaydıkları elektirik ile hissettiriyorlardı her seferinde. Hele kız çocukları var ya onlar bambaşkaydı misal... Çok daha keskin bağlılar takımlarına...
Çocuklar futbola çok tutkuluydular... Futbol konuşulurken gözlerinin içi parlıyordu. Hepsinin kafasında kendilerine idol olarak seçtikleri futbolcular var gibiydi, özellikle 6. sınıf öğrencileri ile yaptığımız sohbetlerde, takımlarının ligteki durumundan tutun da futbolcuların detay özelliklerine kadar biliyorlardı... Galatasaraylı ve Fenerbahçeli çoçuklar için, "kazanmak", "başarı", "rakiplerini yenmek" gibi ifadeler öne çıkarken, Beşiktaşlılarda "mütevazilik" hakim gibiydi... Artık sınıflarındaki yanlızlık mıdır sebep, yoksa başka birşey midir bilememiştik...
Fakat şunu söyleyebilirdik, konuştuğumuz Beşiktaşlı çocuklar, kız olsun erkek olsun, hepsi de "büyümüş de küçülmüştü" sanki...
Bu çalışma bizlere şunları göstermiş oldu aslında...
"Nitelikli bir azınlık kimliği ile örtüşmüşlük içerisinde", hep az olan tarafta olduğumuzu biliyorduk... Amma velakin şimdiki "sayısal azlık", "nitelik azlık"la birlikte yol alıyor. Bu durumu "sebep-sonuç ilişkisi" içinde değerlendirmeye kalksak, eldeki bu verileri çok yönlü incelemek gerekecekti.
Mevcut "sportif başarısızlık" tablosunu ele alıp, "azalan başarı-azalan taraftarı oluşturdu" dersek, tek başına pek de doğru bir önermede bulunmuş olmayacaktık. Bu kulübün tarihinde, birçok kulübün tarihi için çokça uzun sayılabilecek bir süre "sportif başarısızlıkla" geçtiği dönemler de olmuştu. Onbeş yıl gibi uzun bir süre içinde, "sportif başarısızlığa" rağmen taraftar sayısı artış göstererek, bilinen ezberleri de bozmuştu bu kulüp... Velev ki kıstas sadece "şampiyonluk" ipini göğüslemek ise, başlıca "azınlık oluşumuza" dayanak yapılabilecek bir durum değildi...
O vakit ortada ele alınmasi gereken başka bir "değer" olmalıydı; “YÖNETİMSEL BAŞARI”.
Bu tırnak içi sadece "imza garantisi" ile yüzeyselleştirilmeden, bize göre daha derin daha çok yönlü bir şey ifade ediyordu aslında.
Yaşanan "sportif başarısızlık" ya da tam tersi, bizler için sadece "kayda geçilmiş sonuç" olarak kalırdı. Nihayetinde "yenildi bıraktım", "şampiyon olamadı terkettim" gibi mızmızlığı olmayan Beşiktaşlılar olarak yetişmiştik bizler. Lakin, iletişim çağının en tepeye çıktığı yılların içinde, belirleyici olan şeyler daha çok çeşitlilik kazandı artık. Cep telefonlarının, internetin, çoklu televizyon/radyo kanallarının olmadığı bir dönemde, gözünle gördüğün yaşanmışlıklar ile, dostundan duyduğun şey yeter ve geçer akçe idi. Oysa şimdi aynı gün içerisinde, aynı kişi ve aynı mekan hakkında, üç öğüne tekabul eden, üç farklı olgu yaratılarak, akıllara hükmedilebiliniyor. "Daha iyi insan olabilme zenginlikleri", tek tek tüketiliyor... Bu yaratılan "fakirlik" içerisinde, ihtiyaç duyduğumuz en büyük zenginlik, Beşiktaşın ve Beşiktaşlılığın ahlakını, saygınlığını korumaktır. Tırnak içindeki asıl yönetimsel başarı bunu yaşatmak, aksettirebilmek, bunu göstermektir.
Bir asrı aşkın bir zaman içerisinde, bu kulübün ve taraftarlarının, bir bütün olarak "Beşiktaşın biriktirdikleri"nin bir adı oldu. Buna "Beşiktaşlılık Duruşu" dendi. Ahlakın, erdemin, şerefli olmanın, gururlu ve vakar olmanın öğretisi olarak belleklerde yer edindi. Aslolarak buradaki fakirleşme, iletişim çağında daha bir fazla önem atfettirilen, "sportif başarı" yoksunluğu ile birleştirilince de, bugünkü sayısal azınlığımızı yarattı.
Bu çocukların Beşiktaşlı oluşlarını ya da olmayışlarını sadece kendileri ile değil, çevreleri ile de görmek lazım geldiği aşikardır artık.
Bu "azlık" kendi yarattıkları ya da sebep oldukları şeylerin bir neticesi değil. Bu çocuklar kentlerde yaşıyorlar, kasabalarda, köylerde... Bunların mahalleleri var, komşuları, sokakları paylaştıkları arkadaşları... Anneleri-babaları var... Bu çocukların en yaşlısının doğum yılından yaşı kadar geriye gidelim... Bugün 40 yaşında olanların ilk gördükleri şampiyonluk, 13 yaşında iken gelmiş. Akabinde en sonuncusu 5 sene önce olmak üzere, toplam 6 şampiyonluk yaşanmış.
Bu tablonun tanığı olan nesillerden gelen bizler, hiç hayıflandığımızı anımsamıyoruz. Daha eskilerin daha güzel anlatabileceği bir "zenginlikle" bugünlere geldik... Bünyeye zarar verebilecek kadar "yayılmacı" olacak olan şey, böylesine bir başarısızlık tablosu içinde sergileniyorken, koruyucu olan şey "Beşiktaşlılık" idi bunca zamandır. Bu tüketildikçe, aşınmaya uğratıldıkça zarar gören bünyenin "çoğalmasını" bekleyemeyiz nihayetinde...
Okulda, işyerinde, askerde, kahvede, sokakta hep iki kişisindir. Bu hangi kuşakta farklı idi ki?
Bu bakımdan salt sportif başarıya, haliyle bir "şampiyonluğa" indirgenecek bir açılım eksik kalacaktır. Bununla bugünü kurtarır ama geleceği kurtaramayız...
1966 ve 1967 yıllarında üstüste şampiyon olmuşuz. Bir sonraki şampiyonluk 15 yıl sonra gelmiş. Bu süre içerisinde iki kez küme düşme tehlikesi yaşamışız. 1976’da 27 puan alıp, 1 puan fazlası ile düşmekten kurtulurken, 80’de iki puan fazlası ile düşmekten kurtulmuşuz. 1981-82 sezonunda şampiyonuz. Daha bir-iki sezon öncesi küme düşmekte olan takım, birden şampiyonluğa kavuşuyor. Kiminle? Boş tribünlerle değil... Bir zamanlar yine çocuk olan Beşiktaşlılar ile.... Peki nasıl şampiyon oluyoruz ve ne ile varlığımızı koruyup idame ettiriyoruz?
1974'de başlayan "köktenci" çözüm arayışları neticesinde benimsenen, "Özkaynak Düzeni" ile... O yıllardaki kurumsallaşma ile... Aidiyet duygusunun pekiştirildiği, kimliğimizin ön plana çıkarıldığı, "Beşiktaşlılık Duruşu" ile...
Bir de ne yok? Henüz bu denlicesine yaygınlaşmış olmadığı için, her anımıza hükmedebilen "medyanın dezenformasyonu", "manipülasyonları" yok.
Bugün için durum daha farklı artık. Yukarıda bahsettiğimiz "bileşenlerimizin" hali ortada.... Bu sezon ya da herhangi bir sezon sonunda, Beşiktaş şampiyon olabilir... Ve hatta bu, yeni kuşaklara Beşiktaşlı olma tohumu da eker, fakat mesele çocuklarımızın "Nasıl Beşiktaşlı oldukları, olacaklarıdır"... Ekilen tohumun nasıl aşılanacağıdır, nasıl filizleneceği, dal budak salacağıdır.
Bugün Beşiktaşa "hükmedenlerin, yönlendirenlerin", sözüm ona yönetenlerin yaklaşımları "şüphe" altındayken, bu meselede şampiyonluk salt ve etken çözüm değildir, olamaz... Bizler daha bugün, "nerede o eski taraftar?" diye hayıflanıyoruz, iç geçiriyoruz... Bu şekildeki haliyle, üstüste üc kez şampiyon olsan dahi, sonrasında üçyüz kez yine iç geçirirsin. Buradaki kaygı, salt "sportif başarısızlık" ya da somut adı ile, salt "şampiyonluk" ile giderilemez... Şampiyonluk, teknik olarak giderebileceğin bir eksiklikdir... Ama "kimlik kaybı"nın telafisi ve tedavisi kolay bir durum değildir... Asıl yaşatmamız, kollamamız ve önemsememiz gereken de, genel adlandırma ile söz edeceksek, "Beşiktaş Kültürü"dür. Asıl yok olma tehlikesi de, maalesef burada yaşanmaktadır.
Bu yukarıdaki tablolarda çocuklarımızın sayısı artacaksa, bu kültürle bezenerek, beslenerek artsın istiyoruz. Aksi takdirde, bu çerçevede "az ama öz olmak" her zaman için evladır. "Az olalım-Öz olalım" derken de, kendimize tanıyacağımız yegane ayrıcalık, "Beşiktaş kültürünü yaşayan-yaşatan" olabilmektir. Onun dışında "yok olalım" demek değildir...
2 sene önce, bir cümle kaygıyla merak edip sorduğumuz sorulara, aldığımız cevaplardan çıkardığımız "AZINLIK RAPORU" bu minvaldedir.
ARZ EDERİZ !!!
SonBarikat

1 yorum:

Gokhanson dedi ki...

çok vahim....