7 Ocak 2009 Çarşamba

Katliamlara Karşı Atkılarımız Kefiyemizdir

Gözlerinden

Öpüyorum seni gözlerinde yanık köklerin türküsüyle kal

Seni filistin’e verdim

İki elim hoşça kal


gitgide derinleşiyor gözlerimde ölümün uçurum vakti

yıkıldı barikatlarım güz kuşları uçuşuyor damarlarımın yeşil hattında

şimdi göz kapaklarımda şarapnel parçaları ben beyrut’um eğer bir kentle anlatılacaksam

yıkıldı damarlarımın yeşil hattı sokaklarımda kol geziyor ölüm

her an ölümü yaşıyorum bir yanım ölüm bataryaları bir yanım hayat

içre kavruluyor dipdiri dimdik

ben ölümü yaşıyorum işte ölümün bilincini sussun bütün namlular

sussun diyorum da açıp bakıyorum avuçlarımı

bakıyorum avuçlarımın haritasında

burj el-barajni yanıyor…

ben ölümü yaşıyorum hani bir şiir her şafak saat beşte öldürün beni

hani bir şiir eylül göçlerinin kıyısında karısı ve çocuğuyla vedalaşan

hani hoşçakal çocuğum

hoşçakal ülkemin dik başlı yarını seni bu çölleri yeşerttiğim iki elimle

diktim toprağa seni annenin gözlerinden seni saçlarından seni dudaklarından

alıp seni dövüşken bir sabaha karşı sevişmenin kucağından

seni en küskün dalların özüne sürdüm

bu türküyü bu ağıtezgiyi katliamlardan artakalan

bu türküyü sen de çocuklarına söyle çocuğum

gözlerinden

öpüyorum seni gözlerinde yanık köklerin türküsüyle kal

seni filistin’e verdim

iki elim hoşça kal

çocuklar savaş oyunu oynuyor yıkıntılar arasında iki elim hoşça kal

her gecem la ville martyre her şafak yeniden açar barikatlarında bir mülteci gül

çocuklar savaş oyunu oynuyor ellerinde tahtadan tüfekler

ellerinde çinko bazuka ellerinde yalancı bomba az ötede sahici ölüm

sahici ölüm gün yirmidört saat çocuklar savaş oyunu oynuyor…

oynasınlar diyorum da açıp bakıyorum avuçlarımın acı haritasında

sırtlamış küçücek ayaklı bebesini bir kadın objektife gülüyor

gülüyor gül kalbimin genç anası çocuklar savaş oyunu oynasın

gül eriyen etlerimde bir kurşun yalımı

tutuşsun ben razıyım

razıyım tutuşsun bir kendir yalımı ve yağlı urgan boynumda yaralar açsın

diyorum da hoşça kal iki elim seni kara eylül’lerden

seni zaatar’lardan sabra’lardan seni

seni ateş ülkelerinin kanayan diasporasından aldık bir çöl dikeniydin sevdik seni

şimdi zamansız öfkeleri susmayı öğrendik ve suskuyu direncin namlusuna sürmeyi

şimdi başka vakitlerdeyiz şimdi kuşatma sıcağı değil bu karıştırıyorum vakitleri

hani bir-hassan’da akdeniz’e karşı bir yıldızlar sahrasında o gece

kara saçlı bir kızın perçeminden gözlerine süzülen terin yakışı değil

şimdi tutuşuyor etlerimde uzun ölümlerin altmışüçüncü şafağı

kaç gün geçmiş, parmaklarım çözülmüştü pervazdan külçe gibi düşmüştüm

açıyorum gözlerimi kaç gün geçmiş, şimdi hastane koğuşunda

bakıyor beyaz kepinin altından gözlerime bir hemşirenin kara saçları

şafak vakti bu diyorum filistin’li sevgili şafağın beşi

anımsıyorum o gece seninle tarih ve şiirden söz ettiğimizi…

hoşça kal diyorum, hoşça kal iki elim nasıldır ateş ülkesinin şiiri

ince bir çam dalı gelip buluyor gözlerimi

gelip yerleşiyor gözlerime şafağa bakmak gibi bir tad

sorsam: hep aynı şarkıdır infaz sehpalarında ak bir libas rüzgarlanır

celile’de kuşlar ölür

ölür upuzun gölgesiyle çöl rüzgarında hümeyrad


Emirhan Oğuz

Ateş Hırsızları Söylencesi’nden



Hiç yorum yok: