Öpüyorum seni gözlerinde yanık köklerin türküsüyle kal
Seni filistin’e verdim
İki elim hoşça kal
gitgide derinleşiyor gözlerimde ölümün uçurum vakti
yıkıldı barikatlarım güz kuşları uçuşuyor damarlarımın yeşil hattında
şimdi göz kapaklarımda şarapnel parçaları ben beyrut’um eğer bir kentle anlatılacaksam
yıkıldı damarlarımın yeşil hattı sokaklarımda kol geziyor ölüm
her an ölümü yaşıyorum bir yanım ölüm bataryaları bir yanım hayat
içre kavruluyor dipdiri dimdik
ben ölümü yaşıyorum işte ölümün bilincini sussun bütün namlular
sussun diyorum da açıp bakıyorum avuçlarımı
bakıyorum avuçlarımın haritasında
burj el-barajni yanıyor…
ben ölümü yaşıyorum hani bir şiir her şafak saat beşte öldürün beni
hani bir şiir eylül göçlerinin kıyısında karısı ve çocuğuyla vedalaşan
hani hoşçakal çocuğum
hoşçakal ülkemin dik başlı yarını seni bu çölleri yeşerttiğim iki elimle
diktim toprağa seni annenin gözlerinden seni saçlarından seni dudaklarından
alıp seni dövüşken bir sabaha karşı sevişmenin kucağından
seni en küskün dalların özüne sürdüm
bu türküyü bu ağıtezgiyi katliamlardan artakalan
bu türküyü sen de çocuklarına söyle çocuğum
gözlerinden
öpüyorum seni gözlerinde yanık köklerin türküsüyle kal
seni filistin’e verdim
iki elim hoşça kal
çocuklar savaş oyunu oynuyor yıkıntılar arasında iki elim hoşça kal
her gecem la ville martyre her şafak yeniden açar barikatlarında bir mülteci gül
çocuklar savaş oyunu oynuyor ellerinde tahtadan tüfekler
ellerinde çinko bazuka ellerinde yalancı bomba az ötede sahici ölüm
sahici ölüm gün yirmidört saat çocuklar savaş oyunu oynuyor…
oynasınlar diyorum da açıp bakıyorum avuçlarımın acı haritasında
sırtlamış küçücek ayaklı bebesini bir kadın objektife gülüyor
gülüyor gül kalbimin genç anası çocuklar savaş oyunu oynasın
gül eriyen etlerimde bir kurşun yalımı
tutuşsun ben razıyım
razıyım tutuşsun bir kendir yalımı ve yağlı urgan boynumda yaralar açsın
diyorum da hoşça kal iki elim seni kara eylül’lerden
seni zaatar’lardan sabra’lardan seni
seni ateş ülkelerinin kanayan diasporasından aldık bir çöl dikeniydin sevdik seni
şimdi zamansız öfkeleri susmayı öğrendik ve suskuyu direncin namlusuna sürmeyi
şimdi başka vakitlerdeyiz şimdi kuşatma sıcağı değil bu karıştırıyorum vakitleri
hani bir-hassan’da akdeniz’e karşı bir yıldızlar sahrasında o gece
kara saçlı bir kızın perçeminden gözlerine süzülen terin yakışı değil
şimdi tutuşuyor etlerimde uzun ölümlerin altmışüçüncü şafağı
kaç gün geçmiş, parmaklarım çözülmüştü pervazdan külçe gibi düşmüştüm
açıyorum gözlerimi kaç gün geçmiş, şimdi hastane koğuşunda
bakıyor beyaz kepinin altından gözlerime bir hemşirenin kara saçları
şafak vakti bu diyorum filistin’li sevgili şafağın beşi
anımsıyorum o gece seninle tarih ve şiirden söz ettiğimizi…
hoşça kal diyorum, hoşça kal iki elim nasıldır ateş ülkesinin şiiri
ince bir çam dalı gelip buluyor gözlerimi
gelip yerleşiyor gözlerime şafağa bakmak gibi bir tad
sorsam: hep aynı şarkıdır infaz sehpalarında ak bir libas rüzgarlanır
celile’de kuşlar ölür
ölür upuzun gölgesiyle çöl rüzgarında hümeyrad
Emirhan Oğuz
Ateş Hırsızları Söylencesi’nden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder