27 Nisan 2010 Salı

Yönetim Kurulu'na Yanıtlaması İsteği İle



Yönetim Kurulu’na yanıtlaması isteği ile;

Hentbol Takımımız, son 6 sezonda müzemize tam 11 kupa taşıyarak kırılması güç bir rekora imza attı. Antrenörümüz Müfit Arın, bu başarıyı aile takımı olmalarına bağladı.
Üç büyük kulüpten sadece Beşiktaş'ın yer aldığı Erkekler Hentbol Süper Ligi'ne büyük heyecan katan Siyah-Beyazlılarımız, ülkemizde Hentbolun gelişmesine de önemli bir katkıda bulunuyor.
Son 6 sezon incelendiğinde Hentbol Takımımız'ın Süper Lig'de elde ettiği başarılar parmak ısırtıyor...
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Maliye Milli Piyango, Mersin Yenişehir Belediyesi, Polis Akademisi ve Koleji gibi güçlü takımların mücadele ettiği Hentbol Erkekler Süper Ligi'nde, Siyah-Beyazlılarımız, son 6 sezonda da müzemize 11 kupa kazandırma başarısı gösterdi.


Yukarıdaki satırlar, 25 Mart 2010 tarihinde kulübümüzün resmi sitesinde ‘Gururlandıran Rekor’ başlığı ile yer almaktadır.
Bizler, bu gururu yaşatan hentbolcularımıza ve değerli hocamıza minnettarız.
* * *
1978 yılından beri faaliyet gösteren Hentbol şubemiz, sadece son yıllarda yaşatmış olduğu başarılarla yüzümüzü güldürmekle yetinmedi, onlar her anlamda örnek bir takım, örnek bir şube, örnek sporcular, Beşiktaşlılar olduklarını da gösterdiler.

Kazanmış olduğu başarılar ile sadece kulbümüz tarihinde değil, ülkemiz spor tarihinde de ilklere imza atan Hentbol takımımızın, verdikleri mücadele ile, Beşiktaşımız’a yakışır tavırlari ile, yaşattıkları sevinç ve hissettirdikleri gurur ile her türlü övgüyü fazlası ile hak etmekte olduğunu düşünüyoruz.

Onlar her zaman kıymetli insanlar, güzel Beşiktaşlılar olarak anılacaktır. Mücadeleyi, hırsı, azmi, fedakarlığı, tevazuyu asla yitirmeyen hentbolcularımıza Beşiktaşlılık, Beşiktaşımız’a da böylesi sporcular ve hocalar yakışmaktadır.

Kendine –gerçek Beşiktaş- dedirttirecek güzelliklere haiz hentbolumuzun geleceğini yarınlara taşımak için kendilerine sahip çıkılmasını bekliyoruz.

Hentbol şubemizin eski genel menajeri, Türkiye Hentbol Federasyonu’nun çiçeği burnunda yeni başkanı Sayın Bilal Eyüpoğlu ‘sözde gazeteci’ Orhan Yıldırım’ın bir hentbolcumuz ile ilgili olarak geçtiğimiz yıl kaleme aldığı “açım ama kartalım” adlı yazısı üzerine “benim olduğum yerde hiç kimse aç kalmaz, parasız kalmaz, ben herkesin parasını veririm sonra kulüp bana öder” şeklinde demeçleri olmuştu.

Bu durum sporcularımıza maaşlarının ödenmediğinin resmi itirafıdır.

Beden ve ahlak eğitiminin okullara girmesine vesile olan ilklerin kulübü Beşiktaş’ın politikası bu olmamalıdır. Bu ahlaki değildir.

Onlar, tüm olumsuzluklara rağmen, tüm yokluklara rağmen sadece Beşiktaş demekten vazgeçmeyerek mücadele ettiler, etmekteler.Onlarla şampiyon olduk...Onlarla Türkiye Kupası'nı aldık...Onlarla Avrupa'da bir ilki yaşadık...Onlarla sevindik, onlarla gurur duyduk...

Sizlerin, tıpkı Futbol takımımız gibi iki kupayı da Şeref’i ve Hakkı ile almış olan Hentbol takımımıza karşı göstermiş olduğunuz bu ilgisizlik ve vefasızlık Beşiktaşlı olmanın erdemliliği ile bağdasmamaktadır.Ülkemizdeki hentbolün lokomotif kulübü olan Beşiktaşımız’daki hentbolcularımızın içinde bulunduklari durum kendi tercihleri değildir.

İş bu sebeple yönetim kuruluna yanıtlanması istemi ile soruyoruz;

-Sporcularımızın hangi yıllardan maaş alacakları bulunmaktadır?

-Sporcularımızın maaşlarının halihazırda dahi ödenmemiş olmasının sebepleri nelerdir?

-Sahip olduğunuz ileri sürülen değerlerle ve inandığınızı iddia ettiğiniz Beşiktaşlı duruşu ile BJK Hentbol Takımı’na reva görülenleri, Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün yöneticileri olarak nasıl bağdaştırıyorsunuz?

-Bağdaştıramıyorsanız gereğinin yapılmasını sağlamanız gerekmez mi?

-Beşiktaş’ın emekten ve sosyal adaletten yana duruşu olduğunu iddia eden sizler için bu durum emek hırsızlığı değil midir?


İzmir’den Türkiye Şampiyon’u olarak dönmesi sonrasında Eskişehirspor ile oynanan maç öncesi stadımızda gerçekleştirilen kupa merasiminde Hentbol takımımızın eski açık tribünde konuşlandırılmasına tepki gösteren taraftarlarımız için Sayın Mete Düren `` Buna tepki gösteren taraftarlardan kaç tanesi Hentbol takımı maçını seyretmiş.Tepki vermek kolay.” şeklinde beyanatta bulunmuştur.

-İletişimden sorumlu üye olarak Sayın Mete Düren’den şimdiye kadar hentbol maçlarına kazanılan kupaların törenlerinin haricinde hangi yöneticilerimizin iştirak ettiğini açıklamasını istiyoruz.


-Amatör şubelerden sorumlu üye Şeref Yalçın’ın en son izlediği amatör spor müsabakası hangisi olmuştur?

Mali İşlerden ve Sponsorluklardan Sorumlu Asbaşkan Ertunç Soğancıoğlu’na yanıtlaması istemi ile sormak isteriz;


- Hentbol takımımızın maçlarına futbol takımının formaları ile çıkmalarının sebebi nedir?

-Aynı maç içerisinde bazı hentbolcularımızın önünde reklam olan forma bazılarının ise reklamsız forma giyiyor olmasının sebebi nedir?


- Ülker grubu hentbol takımının sponsoru mudur? Değil ise bu bedava reklamın sebebi nedir?

Hentbolcularımızın aylardır ödenmeyen maaşları ortada dururken herbirine birer kol saati verilmesini yeter gören zihniyetin hala devam ediyor olması kabul edilemez.

Yönetim Kurulu ve o kurulun Başkanı hizmet ettikleri Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün Futbol Takımı’ndan ne kadar sorumlu iseler Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün Hentbol Takımı’ndan da o kadar sorumludurlar.


“Bir kibrit de sen çak!” dememek için kulübümüzün bu duruma bir an evvel son vermesini ve yukarıdaki sorularımızın yanıtsız bırakılmamasını istiyoruz.

Arz ederiz.

Saygılarımızla

SonBarikat

25 Nisan 2010 Pazar

Ruhun Şad Olsun Refik Osman Top

Türk futbolunun Şiir Refik’i Beşiktaş’ta Valideçmesi semtinde Ekmekçi Ali Ağa Mahallesi’nin 23 kapı sayılı ahşap evinde Osman Hilmi efendinin oğlu olarak 1897 yılında doğmuştu... Bünyesini içten içe kemiren şeker ve onu izleyen üremi, Türk futbolunun büyük ve renkli yıldızı Şiir Refik’i 26 Nisan 1957’de aldı götürdü. Beşiktaş sırtlarındaki Yahya Efendi dergahında iki büyük Beşiktaşlı Şeref Bey ve Baba Hüsnü ile yan yana yatmaktadır…
RUHU ŞAD OLSUN...

Futbol yaşamında 12 kulüp değiştiren Refik Osman Top, Golspor isimli bir dergide “Yağma Hasan’ın Böreği” başlığı altında ağır yazılar yazdığı için teşkilat tarafından ebedi boykot cezasına çarptırıldı.26 yaşında futbolu bırakan Refis Osman Top, attığı 92 penaltıdan 91’ini gol yaptı…
Futbolu İngiliz ve Rumlar oynarken tanıdı.O zaman yatak altında sakladığı havalı yuvarlağın ne işe yaradığını öğrendi.Evin Bahçesinde bu yuvarlak nesne ile çalışmaya başladı.İşte bu çocuk daha sonraları Beşiktaş ve Türk futbolunun en büyük ünlülerinden Şiir Osman Top olacaktı…
Futbolun her şeyden önce kuvvetle, nefesle, dayanma ve direnme gücüyle oynandığı çağda İstanbul’da ki futbol sahalarında hareketlerine bir şiir güzelliği ve uyumu veren ince ve zarif bir futbolcu çıkıvermişti.
Daha 13-15 yaşlarında iken mahallesinde kulüp kuracak kadar çabuk gelişen, sonra pek çok kulüpte top koşturan bu futbolcuya arkadaşları ve futbolseverler bulunabilecek en güzel adı buldular: “Şiir Refik”
Türk futbolunun Şiir Refik’i Beşiktaş’ta Valideçmesi semtinde Ekmekçi Ali Ağa Mahallesi’nin 23 kapı sayılı ahşap evinde Osman Hilmi efendinin oğlu olarak 1897 yılında doğmuştu.
Futbol topunu ilk kez 11 yaşında iken bir rastlantı sonu görmüştü küçük Refik…Küçük çiftlik parkının duvarı dibinden geçerken ayaklarının dibine düşen bir meşin yuvarlak onun dikkatini çekmişti.Sonradan küçük bir ihtiras haline gelecek olan ilk sempati işte orada ilk görüşte doğdu.11 yaşındaki çocuk sevdiği bir zıplayıcı yuvarlağı tenhada ayakları dibinde bulunca ne yapacaksa Refik de onu yaptı; Kaptı ve kaçtı…
Kısa bir süre sonra Taşkışla’nın avlusunda İngilizlerle Rumların böyle bir topla oynadıklarını gördü. Merakla, izledi. Topa duyduğu sempati bir sevgiye dönüştü.O güne kadar yatak altında sakladığı meşin yuvarlağın ne işe yaradığını anlayınca, evin bahçesinde tek başına oynamaya başladı.İngilizlerin ve Rumların hangi gün nerede maç yapacaklarını öğrenip onları izlemeye başladı.Hele bir de Türkiye’ye gelen ilk yabancı futbol takımı olan bir Macar ekibinin Kadıköy’de yaptığı maçı da Kadıköy’e kadar gidip izleyince…Sempatiden sevgiye dönüşen duygu şimdi bir kara sevda olmuştu.
Sonradan biri Beşiktaş’ta diğeri Altınordu’da ünlü iki futbolcu olacak, iki yaşıtı ile Valideçeşmesi’nde bir futbol takımı kurmaya karar verdiler.Ne var ki, o sırada Valideçeşme’sinde semtin adını taşıyan bir kulüp daha kurulmuştu.Bunun başında da, sonradan Beşiktaş’ın ölümsüz yöneticisi olacak biri, Ahmet Şerafettin Bey vardı.Refik ve arkadaşlarının kurduğu “BASİRET” kulübü kısa zamanda semtin adını taşıyan kulüple birleşti.
Küçük Refik’in bu ikinci kulübü de uzun ömürlü olmadı.Çünkü Şerafettin Bey, 1903 yılından beri çalışmakta olan ve jimnastik, halter,eskrim sporlarıyla uğraşan Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü’nde bir futbol şubesi açmak için atılıma geçti.Ve başardı da…
Valideçeşmesi takımının bütün futbolcuları Beşiktaş’a geçtiler.Ama Beşiktaş’ın adı ve çevresi vardı.Çevreden pek çok genç futbol şubesine ilgi gösterdiler ve Valideçeşmesi’nden gelen küçük futbolculara bu arada Refik Osman’a takımda yer kalmadı.Futbol şubesine gösterilen büyük ilgi Beşiktaş’ın eskilerini rahatsız etti.Bunu hisseden Şeref Bey’le Beşiktaş’tan ayrılarak, Şişli’de “SEBAT” adında bir başka kulüp kurdular.Bu kulüp Refik’in üçüncü kulübü oluyordu.
Oysa henüz 15 yaşındaydı.Şeref Bey yeniden Beşiktaş’a dönünce tabii Sebat Kulübü de kapandı ve küçük Refik yeniden Beşiktaş’ın üçüncü takımına itildi.Beşiktaş, Refik’in dördüncü kulübü oluyordu.Üzgündü Refik…Bir genç takımlar maçında Fenerbahçeli Elkatip Mustafa Bey, bu yaşta kendine özel bir stille futbol oynayan çocukta büyük bir gelecek gördü ve onu Fenerbahçe’ye çekti aldı.
1913 yılındaki, Fenerbahçe genç takımı çok kısa bir süre sonra Türk futbolunun en büyük isimleri olacak çocuklardan kurulu idi.Baron Fevzi-Bekir-Zeki Rıza-Alaeddin-Necip Şahin gibi…Şimdi bunların arasına birkaç yıl sonra Şiir adını alacak olan Refik Osman da katılıyordu.Fenerbahçe 15 yaşındaki Refik’in beşinci takımı idi.İyi ama o, artık genç takımda oynamak istemiyordu ki…Üstelik Valideçeşmeli 15’lik delikanlının Kadıköy’deki kulüpte futbol oynaması da güçtü.Bir süre sonra Galatasaray’la Anadolu arasında yapılacak bir maçta soliç Hansın Galip gelmeyince, orada hazır bulunan Refik Osman’ı takıma koyuverdiler.Bu 17 yaşında ki delikanlı Galatasaray takımında Büyük Oberle ve Selami İzzet gibi iki ağabetin arasında soliç olarak nefis bir futbol oynadı.İki de gol attı.Takıma yerleşti.Futbolun kara sevdalısı Refik Osman, direnmiş direnmiş birinci takım futbolcusu olmuştu.Ama Galatasaray’da Refik Osman ‘ın altıncı kulübü olmuştu.İki yıl Galatasaray forması altında şampiyonluk gururunu da tattı.
Oysa Refik bir yerde fazla duramıyordu.Fenerbahçe genç takımında arkadaşı olan Baron Fevzi, yeni kurulmakta olan Altınordu kulübüne onu çağırınca hemen kabul etti ve Altınordulu oldu.Bu da onun yedinci kulübü oluyordu…
Küçücük futbol delisi artık büyüyor, gelişyor ve şiir gibi futbolu dillere destan oluyordu.1921 yılında Galatasaray Avrupa Turnesine çıkarken, Fenerbahçe ve Altınordu’dan birkaç futbolcunun bu tura katılmasını istedi.Fenerbahçe izin verdiği halde Altınordu futbolcularına izin vermedi.Bunun üzerine Refik’le birlikte Bekir ve Cafer’de kulüpten ayrıldılar ve Galatasarayla bilikte Avrupa’ya gittiler.Galatasaray’ın bu turnesinde yalnız iki futbolcu, Arslan Nihat ve Şiir Refik yapılan 17 maçın hepsinde yer aldılar.Bu seyehatte Karlsruhe’de Bekir’e yapılan öneri gibi Bremen’de de Şiir Refik’e bir öneri geldi.Kabul etmedi ve arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’a döndü.
Altınordu’yu büsbütün dağılmak üzere buldular.Oradan ayrılanlar yeni bir kulüp kurmak üzereydiler; Union Clup (İttihat Spor)…Refik düşünmeden o takımın formasını giydi.İttihat Spor, Refik’in sekizinci kulübü oldu.Orada da duramadı, önce yeniden Fenerhaçe’ye (dokuzuncu kulüp), sonra da yeniden Galatasaray’a geçti.(onuncu kulüp)
1923’de Şeref Bey’in ısrarı ile bir kez daha Beşiktaş’a geldi.O yıl solbekte yer aldığı Siyah-Beyazlı takım İstanbul şampiyonu oldu.(onbirinci kulüp)
O yılların en usra, en zarif, en büyük futbolcularından biri olduğu halde 1924 Paris Olimpiyatlarına giden takıma seçilmeyişi onu kızdırdı.Federasyon Başkanı Yusuf Ziya Öniş Galatasarylı olduğu için onu almadığını düşüncesine kapıldı ve yeniden Galatasaray’a geçti.(on ikinci kulüp) Rastlantıya bakın ki, aynı yılın kasım ayında yapılan Rusya gezisine Galatasaraylı Refik olarak katıldı.Orada ilk ve son kez Milli formayı giydi.O sıralarda Türkiye’de sporu İdman Cemiyetleri İttifakı yönetiliyordu.Refik Osman’ın bu örgütle arası açıldı.Goldspor adında haftalık bir dergi çıkartmaya başladı ve orada “Yağma Hasanın Böreği” başlığı ile örgüt aleyhine çok ağır bir yazı yazdı.Bu yazıdan ötürü ömür boyu boykot cezasına çarptırıldı.Böylece Türk Futbolunun Şiir’i henüz 26 yaşında iken futbola veda ediyordu.
Futbol yaşamında tam 2264 maç yapmış olan Şiir Refik, bu kadar kısa zamanda bu sayıya ulaşmakla erişilmez bir rekor kırıyordu.Ayrıca Türk Futbolunda haklı olarak “Penaltı Kralı” olarak da ün saldı;
Resmi maçlarda attığı 92 penaltının 91’ini gole çevirmişti.Cezası affedildikten sonra, Gençlerbirliği’ne karşı bir tek kez daha Beşiktaş formasını giydi (onüçüncü kulüp) ve ancak bir devre oynadı.Ondan sonra da, Beşiktaş’ın Şükrü ve Kemalli, beş yıl arka arkaya şampiyon olan takımının antrenörü oldu.
Bünyesini içten içe kemiren şeker ve onu izleyen üremi Türk futbolunun büyük ve renkli yıldızı Şiir Refik’i 26 Nisan 1957’de aldı götürdü.Beşiktaş sırtlarındaki Yahya Efendi dergahında iki büyük Beşiktaşlı Şeref Bey ve Baba Hüsnü ile yan yana yatmaktadır…
Kaynak:Milliyet

Yakıyorsak Aşkımızdan


Ömrümce beklerim gelen sen olunca
Her derde gülerim veren sen olunca
Dünya her gülüşünle yeniden doğacaktı
Gelen sen, seven sen olunca...
Fotoğraflar için Erkan Öğçe'ye teşekkürler.


15 Nisan 2010 Perşembe

Ruhun Şad Olsun "Baba"

16/04/2010
11:00
Zincirlikuyu Mezarlığı
Baba Hakkı Yeten Anısına
Kimdir o tek adam deseler
Onun adıdır
Hakkıdır

Sanmayın yalnız bizim tarihte
Hem Galatasaray'a hem Fener'e
En çok gol atan Beşiktaşlıdır

''Ana Hakkı eşikte taşta
Baba Hakkı Beşiktaş'ta''
Halk arasında yaygındır

Her yenilgide yürüyerek dönelim eve.

Vedat Özdemiroğlu

11 Nisan 2010 Pazar

Azınlık Raporu

Yaklaşık bir ay önce Alen abi bir yazı yazmıştı. Yorumsuz başlığı ile...

Şu linkten okuyabilirsiniz...
Alen abinin yazısını okuduğumuzda, Aralık 2008 tarihinde başlayıp yaklaşık iki ay üzerinde durduğumuz, fakat kendi aramızda tartışıp yorumlamamıza rağmen, site üzerinden yayına vermediğimiz bir çalışma geldi aklımıza... Küçük ölçekli bir anket çalışması idi bu... Konusu İlköğretim düzeyindeki okullarda sınıf sınıf çocukların, hangi takıma gönül verdikleri idi... Eriştiğimiz sonuçlar, Alen abinin "yorumsuz" bırakmaya çalıştığı sonuçlarla benzeşiyordu. Fakat biz durumu kendi aramızda yorumsuz bırakmayarak çalışmayı kayıt altına alıp yorumlamaya çalışmıştık. Alen abinin "Yorumsuz" başlığıyla paylaştığı durumu, bir nebze de olsun "yorumlayabilmek" derdi ile paylaşıyoruz çalışmamızı şimdi.
Çalışmamız, bir arkadaşımızın şu sözleri ile başlamıştı aslında;
"Her ne kadar 'büyüklük' kompleksimiz olmasa da bir yerlere itilmeye çalışıldığımız doğrudur. Aslında bu durumu uzun zamandır hepimiz biliyor ve gözlemliyoruz. Ama bu 'itilme' hadisesini 2004 yılında ilk dile getiren İhsan Kalkavan'dı ve canlı yayında kameraya dönerek, seyreden Beşiktaşlı taraftarların gözlerinin içine bakarak şöyle demişti; 'Türkiye'de futbol dünyasında yeni bir sektörel yapılanma var. Bu sektör maalesef ki Beşiktaş'ımızı geri plana atarak pastanın sadece 2 büyük kulüp tarafından paylaşılmasını hedeflemekte. Bu tehlikenin şimdiden önemsenip ona göre hareket etmek gerekiyor' tarzı bir söylemde bulunmuştu.
2 Büyük' anlayışının yeni dimağlara da işlenmesi hiç de zor değil. Gidin mahalle aralarına gözlemleyin, gidin okul bahçelerine beden derslerine çıkan öğrencilerin üzerlerine giydikleri eşofman ya da forma renklerine bakın ne demek istediğimi anlayacaksınız. 10 erkek çocuğunu(kızları hiç saymıyorum) alın karşınıza sorun hangi takımı tuttuklarını. İddia ediyorum en az 9'u renkli takım ismi söyleyecektir(ki ben bu acı verici anketi sürekli yaparım). Eğer 10 çocuktan 3 tanesi cevabında 'Beşiktaş' dediyse bu durum sadece 3 Beşiktaş taraftarı çocuğumuzun o an 10 kişi arasına düşmesinin tesadüflüğünden olmuş olacaktır. Yani 1000'de bir olur bu durum, onu da söyleyeyim!
'Az olalım, öz olalım' mantelitesi duygusal bir edebiyat olmaktan öte değildir artık. Az oluna oluna 'öz'ler de bir gün tükenecek ve ortada Beşiktaş'ı tutan bir nesil şimdikinden daha da azınlıkta kalacaktır. Peki yeni nesil yetişen ve aile içinde yetişen küçüklerimizi Beşiktaşlı yaparken onları hangi yakıtla besleyeceğiz? Bırakın Hakkı ve Şeref'imizi, Metin-Ali-Feyyaz'ı bile anlatsak yine besleyemeyiz onları. Çocuklar da artık düzenin eline düşmüş bireylerdir. Yıllık başarıların görselliği ile süslenen vitrinlerin cazibesi yeni neslin dikkatini çok daha kolay çekmektedir. Peki Bizler Beşiktaş'ı sevdirme gayreti gösterirken hangi vitrinin önüne getirip neyi anlatacağız çocuklarımıza? Elimizde Beşiktaş Müzesinden başka bir vitrin var mı? Yoksa çok övündüğümüz ya da çok övülen tribünlerimiz mi bizlerin sevgi pazarlama vitrini olacak? O çocuklarımızı stada getirerek, sahada formalarını ıslatan ve mücadelenin babasını ortaya koyan ve rakibini dize getiren futbolcularımızı tanıtmak mı daha anlamlı olurdu, yoksa futbol oynamayan bir takımın destekleyicisi olan tribünlerin görselliği ile övgülerini kazanmak mı?"
Bu sorulara cevap arama ve yorumlama ihtiyacı ile başladı çalışmamız. Ve çevremizdeki arkadaşlarla, ilköğretim okullarına gidebilenlerimiz, okullarda küçük anketler yapmaya başladı. "Hangi takımı tutuyorsun?" sorusunu sorduk okullarda çocuklara...

Öncelikli olarak, gidilen okulların genel durumu hakkında bilgi verelim ki kafalarda soru işareti kalmasın. Bu çalışma sadece "sosyo-ekonomik açıdan yetersiz" ve "gelir seviyesi düşük" sayılabilecek, orta halli okulları kapsayan bölgelerde gerçekleştirildi. Yani kolej ya da iyi devlet okullarında değil. Gerçi bir okulun iyi bir devlet okulu olmasının da çeşitli kriterleri var ama öğrenci ve veli profilini incelersek, bu sayılarını vereceğimiz okullar "memur-işci-işsiz" ve "hiçbir sosyal güvencesi olmayan" ailelerin çocuklarının öğrenim gördüğü okulardır.
Özetle bu çalışma, hayali kahramanlardan değil gerçek kişiliklerden oluşmaktadır...
Anket, 6 okulda, toplam 1771 öğrenci arasında yapıldı.1771 öğrenciden sadece 128 adeti "Beşiktaşlıyım" dedi.Bu 128 öğrencinin 65'i Erkek, 63'ü Kız öğrenciydi.Toplam öğrenci sayısının sadece %7 sinin Beşiktaşlı olduğu ortaya çıktı.Bu %7 lik "Azınlık", %49 Kız %51 Erkek olarak ayrılıyordu kendi içinde.
Yaş grubu ve o yıllardaki başarı düzeyine göre kategorilendirelim dediğimizde aşağıdaki tablo çıktı ortaya.


8 yaşındaki 2 nci sınıf öğrencilerinden 79 çocuğa soruldu, sadece 8 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 8 çocuğun 5'i Erkek 3'ü Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Kupa kazanamamış ve ligde 3 ncü olmuştu.
9 yaşındaki 3 ncü sınıf öğrencilerinden 289 çocuğa soruldu, sadece 18 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 18 çocuğun, 7'si Erkek 11'i Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Kupa kazanamamış ve ligde 2 nci olmuştu.
10 yaşındaki 4 ncü sınıf öğrencilerinden 315 çocuğa soruldu, sadece 22 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 22 çocuğun, 12'si Erkek 10'u Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Kupa kazanamamış ve ligde 2 nci olmuştu.
11 yaşındaki 5 nci sınıf öğrencilerinden 307 çocuğa soruldu, sadece 28 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 28 çocuğun, 15'i Erkek 13'ü Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Federasyon ve Cumhurbaşkanlığı Kupalarını kazanmış ve ligde 6 ncı olmuştu.
12 yaşındaki 6 ncı sınıf öğrencilerinden 374 çocuğa soruldu, sadece 22 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 22 çocuğun, 14'ü Erkek 8'i Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı TSYD ve Başbakanlık Kupalarını kazanmış ve ligde 2 nci olmuştu.
13 yaşındaki 7 nci sınıf öğrencilerinden 317 çocuğa soruldu, sadece 19 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 19 çocuğun, 5'i Erkek 14'ü Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş futbol takımı Kupa kazanamamış ve ligde 3 ncü olmuştu.
14 yaşındaki 8 nci sınıf öğrencilerinden 90 çocuğa soruldu, sadece 11 çocuk Beşiktaşlıyım dedi. Bu 11 çocuğun, 7'si Erkek 4'ü Kızdı. Doğdukları sene Beşiktaş Şampiyonluk Kupasını alarak Ligde 1 nci olmuştu.

Bu ankette çocuklara "NEDEN" diye de soruldu. Genelde "Dayım" ve "Babam" cevabı alındı.
Aslına bakılırsa çocukların "Neden Dayım-Amcam-Babam" dediğinin de pek bir önemi yoktu. Bunun önemli olmadığını sorulan sorulara aldığımız cevaplar anlatıyordu. Önemli başka bir "Fark"ı işaret ediyordu cevaplar... Şöyle ki Fenerbahçeli, Galatasaraylı ya da Beşiktaşlı çocuklar, "Neden....... takımı?" sorusuna genel olarak, hep sevdikleri ve idol gördükleri aile içi bir büyüğü işaret ettiler. Ama bu Beşiktaşlı çocukların hepsinde, tek gerçek olarak karşımıza çıktı. Bir Galatasaraylı çocuğa veya Fenerbahçeli çocuğa sorduğumuzda; "Arda, Lincoln için" "Alex'i çok seviyorum" "Şampiyon oluyor, güzel oynuyor" tarzı cevaplar alıyorduk. Genel olarak hep "tanınmış futbolcuların isimleri" ve "Şampiyonluk" sebep olarak gösteriliyordu. Tabi ailelerinin, dayılarının, amcalarının yön verdiği de göz ardı edilemezdi bu bakışa.
Ama 7. Sınıfa giden Beşiktaşlı bir çocuğun verdiği bir cevap var ki bize "Farkı" gösteriyordu;
Beşiktaşlı Çocuk: Abi başka takım tutamıyorum...
Biz: Neden başka takım tutmak istiyorsun ki?
Beşiktaşlı Çocuk: Ne bilim bazen fenerli olmak istiyorum, onu tutayım diyorum, ama bir türlü olmuyor, tutamıyorum.
Biz: Neden fener?
Beşiktaşlı Çocuk: Biz başarılı olamıyoruz onlar ise hep başarılı...
Biz: Neden geri adım atıyorsun peki. Fenere neden geçmiyorsun?
Beşiktaşlı Çocuk: Olmuyor abi valla olmuyor bana sevimsiz geliyor fener. Bir türlü Beşiktaştan koparamıyorum kendimi çok seviyorum Beşiktaşı.
Aslında dediğimiz gibi genelde aile büyükleri işaret ediliyordu. Ama bir "Fark"da hissediliyordu "azınlığımız" tarafında.
Çok açık ve net olarak söylemek gerekir ki Beşiktaşlıların haricinde, sınıfların ya da sorduğumuz grupların hepsi ama hepsi, başka takım tutuyor. Oran olarak söylersek, Fenerbahçe ve Galatasaray atbaşı gidiyor. Yani bir sınıfta Beşiktaşlılardan arta kalan diğer kısım, ya %60 Galatasaraylı diğer kısmı Fenerbahçeli, ya da %60 Fenerbahçeli gerisi Galatasaraylı. Bazen de %50, %50 oluyorlardı.
Galatasaraylıların Fenerbahçelileri kızdırması Uefa Kupası üzerinden, Fenerbahçelilerin Galatasaraylıları kızdırması da 6-0 üzerinden oluyordu. Ama o dayılar yok mu o dayılar hep onların etkisi ile takımlar tutulmaya başlanmış olduğu görülüyordu. Ondan sonraki yani aile baskısı olmayanlar ise alınan başarılar, yıldız oyuncular(Türk-Yabancı), aile çevresinde ve içinde saygı duyulan, idol olan kişilikler önemsenerek takımlar seçiliyor gibi görünüyordu.
Çok net ve dikkate değer olan bir diğer tespitimiz ise; Toplamda kaç tane Beşiktaşlı varsa o okulda, mutlaka ama mutlaka hepsi bariz bir şekilde "çok sağlam kişiliklere sahipti". Şımarık ya da lakayıt çocuklar değillerdi kesinlikle Beşiktaşlı çocuklar. Bakışlarından, yüzlerinin o belirgin "sağlam karakterli" hallerinden, bir "FArk" hissettiriyorlardı. Nasıl bir takımı tuttuklarını ve azınlıkta da olsalar, "güçlü bir şekilde sahip çıkmalarının gerekliliğini" çok iyi özümsemişlerdi hepsi.
Burada maksat diğer çocukları kötülemek değil kesinlikle... Sadece genel anlamda Beşiktaşlı çocuklar çok bariz "farklı" olduklarını, yaydıkları elektirik ile hissettiriyorlardı her seferinde. Hele kız çocukları var ya onlar bambaşkaydı misal... Çok daha keskin bağlılar takımlarına...
Çocuklar futbola çok tutkuluydular... Futbol konuşulurken gözlerinin içi parlıyordu. Hepsinin kafasında kendilerine idol olarak seçtikleri futbolcular var gibiydi, özellikle 6. sınıf öğrencileri ile yaptığımız sohbetlerde, takımlarının ligteki durumundan tutun da futbolcuların detay özelliklerine kadar biliyorlardı... Galatasaraylı ve Fenerbahçeli çoçuklar için, "kazanmak", "başarı", "rakiplerini yenmek" gibi ifadeler öne çıkarken, Beşiktaşlılarda "mütevazilik" hakim gibiydi... Artık sınıflarındaki yanlızlık mıdır sebep, yoksa başka birşey midir bilememiştik...
Fakat şunu söyleyebilirdik, konuştuğumuz Beşiktaşlı çocuklar, kız olsun erkek olsun, hepsi de "büyümüş de küçülmüştü" sanki...
Bu çalışma bizlere şunları göstermiş oldu aslında...
"Nitelikli bir azınlık kimliği ile örtüşmüşlük içerisinde", hep az olan tarafta olduğumuzu biliyorduk... Amma velakin şimdiki "sayısal azlık", "nitelik azlık"la birlikte yol alıyor. Bu durumu "sebep-sonuç ilişkisi" içinde değerlendirmeye kalksak, eldeki bu verileri çok yönlü incelemek gerekecekti.
Mevcut "sportif başarısızlık" tablosunu ele alıp, "azalan başarı-azalan taraftarı oluşturdu" dersek, tek başına pek de doğru bir önermede bulunmuş olmayacaktık. Bu kulübün tarihinde, birçok kulübün tarihi için çokça uzun sayılabilecek bir süre "sportif başarısızlıkla" geçtiği dönemler de olmuştu. Onbeş yıl gibi uzun bir süre içinde, "sportif başarısızlığa" rağmen taraftar sayısı artış göstererek, bilinen ezberleri de bozmuştu bu kulüp... Velev ki kıstas sadece "şampiyonluk" ipini göğüslemek ise, başlıca "azınlık oluşumuza" dayanak yapılabilecek bir durum değildi...
O vakit ortada ele alınmasi gereken başka bir "değer" olmalıydı; “YÖNETİMSEL BAŞARI”.
Bu tırnak içi sadece "imza garantisi" ile yüzeyselleştirilmeden, bize göre daha derin daha çok yönlü bir şey ifade ediyordu aslında.
Yaşanan "sportif başarısızlık" ya da tam tersi, bizler için sadece "kayda geçilmiş sonuç" olarak kalırdı. Nihayetinde "yenildi bıraktım", "şampiyon olamadı terkettim" gibi mızmızlığı olmayan Beşiktaşlılar olarak yetişmiştik bizler. Lakin, iletişim çağının en tepeye çıktığı yılların içinde, belirleyici olan şeyler daha çok çeşitlilik kazandı artık. Cep telefonlarının, internetin, çoklu televizyon/radyo kanallarının olmadığı bir dönemde, gözünle gördüğün yaşanmışlıklar ile, dostundan duyduğun şey yeter ve geçer akçe idi. Oysa şimdi aynı gün içerisinde, aynı kişi ve aynı mekan hakkında, üç öğüne tekabul eden, üç farklı olgu yaratılarak, akıllara hükmedilebiliniyor. "Daha iyi insan olabilme zenginlikleri", tek tek tüketiliyor... Bu yaratılan "fakirlik" içerisinde, ihtiyaç duyduğumuz en büyük zenginlik, Beşiktaşın ve Beşiktaşlılığın ahlakını, saygınlığını korumaktır. Tırnak içindeki asıl yönetimsel başarı bunu yaşatmak, aksettirebilmek, bunu göstermektir.
Bir asrı aşkın bir zaman içerisinde, bu kulübün ve taraftarlarının, bir bütün olarak "Beşiktaşın biriktirdikleri"nin bir adı oldu. Buna "Beşiktaşlılık Duruşu" dendi. Ahlakın, erdemin, şerefli olmanın, gururlu ve vakar olmanın öğretisi olarak belleklerde yer edindi. Aslolarak buradaki fakirleşme, iletişim çağında daha bir fazla önem atfettirilen, "sportif başarı" yoksunluğu ile birleştirilince de, bugünkü sayısal azınlığımızı yarattı.
Bu çocukların Beşiktaşlı oluşlarını ya da olmayışlarını sadece kendileri ile değil, çevreleri ile de görmek lazım geldiği aşikardır artık.
Bu "azlık" kendi yarattıkları ya da sebep oldukları şeylerin bir neticesi değil. Bu çocuklar kentlerde yaşıyorlar, kasabalarda, köylerde... Bunların mahalleleri var, komşuları, sokakları paylaştıkları arkadaşları... Anneleri-babaları var... Bu çocukların en yaşlısının doğum yılından yaşı kadar geriye gidelim... Bugün 40 yaşında olanların ilk gördükleri şampiyonluk, 13 yaşında iken gelmiş. Akabinde en sonuncusu 5 sene önce olmak üzere, toplam 6 şampiyonluk yaşanmış.
Bu tablonun tanığı olan nesillerden gelen bizler, hiç hayıflandığımızı anımsamıyoruz. Daha eskilerin daha güzel anlatabileceği bir "zenginlikle" bugünlere geldik... Bünyeye zarar verebilecek kadar "yayılmacı" olacak olan şey, böylesine bir başarısızlık tablosu içinde sergileniyorken, koruyucu olan şey "Beşiktaşlılık" idi bunca zamandır. Bu tüketildikçe, aşınmaya uğratıldıkça zarar gören bünyenin "çoğalmasını" bekleyemeyiz nihayetinde...
Okulda, işyerinde, askerde, kahvede, sokakta hep iki kişisindir. Bu hangi kuşakta farklı idi ki?
Bu bakımdan salt sportif başarıya, haliyle bir "şampiyonluğa" indirgenecek bir açılım eksik kalacaktır. Bununla bugünü kurtarır ama geleceği kurtaramayız...
1966 ve 1967 yıllarında üstüste şampiyon olmuşuz. Bir sonraki şampiyonluk 15 yıl sonra gelmiş. Bu süre içerisinde iki kez küme düşme tehlikesi yaşamışız. 1976’da 27 puan alıp, 1 puan fazlası ile düşmekten kurtulurken, 80’de iki puan fazlası ile düşmekten kurtulmuşuz. 1981-82 sezonunda şampiyonuz. Daha bir-iki sezon öncesi küme düşmekte olan takım, birden şampiyonluğa kavuşuyor. Kiminle? Boş tribünlerle değil... Bir zamanlar yine çocuk olan Beşiktaşlılar ile.... Peki nasıl şampiyon oluyoruz ve ne ile varlığımızı koruyup idame ettiriyoruz?
1974'de başlayan "köktenci" çözüm arayışları neticesinde benimsenen, "Özkaynak Düzeni" ile... O yıllardaki kurumsallaşma ile... Aidiyet duygusunun pekiştirildiği, kimliğimizin ön plana çıkarıldığı, "Beşiktaşlılık Duruşu" ile...
Bir de ne yok? Henüz bu denlicesine yaygınlaşmış olmadığı için, her anımıza hükmedebilen "medyanın dezenformasyonu", "manipülasyonları" yok.
Bugün için durum daha farklı artık. Yukarıda bahsettiğimiz "bileşenlerimizin" hali ortada.... Bu sezon ya da herhangi bir sezon sonunda, Beşiktaş şampiyon olabilir... Ve hatta bu, yeni kuşaklara Beşiktaşlı olma tohumu da eker, fakat mesele çocuklarımızın "Nasıl Beşiktaşlı oldukları, olacaklarıdır"... Ekilen tohumun nasıl aşılanacağıdır, nasıl filizleneceği, dal budak salacağıdır.
Bugün Beşiktaşa "hükmedenlerin, yönlendirenlerin", sözüm ona yönetenlerin yaklaşımları "şüphe" altındayken, bu meselede şampiyonluk salt ve etken çözüm değildir, olamaz... Bizler daha bugün, "nerede o eski taraftar?" diye hayıflanıyoruz, iç geçiriyoruz... Bu şekildeki haliyle, üstüste üc kez şampiyon olsan dahi, sonrasında üçyüz kez yine iç geçirirsin. Buradaki kaygı, salt "sportif başarısızlık" ya da somut adı ile, salt "şampiyonluk" ile giderilemez... Şampiyonluk, teknik olarak giderebileceğin bir eksiklikdir... Ama "kimlik kaybı"nın telafisi ve tedavisi kolay bir durum değildir... Asıl yaşatmamız, kollamamız ve önemsememiz gereken de, genel adlandırma ile söz edeceksek, "Beşiktaş Kültürü"dür. Asıl yok olma tehlikesi de, maalesef burada yaşanmaktadır.
Bu yukarıdaki tablolarda çocuklarımızın sayısı artacaksa, bu kültürle bezenerek, beslenerek artsın istiyoruz. Aksi takdirde, bu çerçevede "az ama öz olmak" her zaman için evladır. "Az olalım-Öz olalım" derken de, kendimize tanıyacağımız yegane ayrıcalık, "Beşiktaş kültürünü yaşayan-yaşatan" olabilmektir. Onun dışında "yok olalım" demek değildir...
2 sene önce, bir cümle kaygıyla merak edip sorduğumuz sorulara, aldığımız cevaplardan çıkardığımız "AZINLIK RAPORU" bu minvaldedir.
ARZ EDERİZ !!!
SonBarikat

Sene 1982


Sene 1982... Bi gece... Gece soğuk gibi ama.... Mevsim haziran mevsimi...Yıllardır şampiyonluk görememiş Beşiktaş var...Sokağa çıkma yasakları var..."Suavi" tanıklığını şu alttaki dizelere dökerken,

"eylül geçmiş kapımızdan / süpürmüş kalıntılarını ışıkların / o güneş parlıyor hâlâ ay yine bizim.."


Beşiktaş taraftarı ise geceden saklanmıştı çamlıklara... Saklandı dememe bakmayın...Darbe zamanı, kendini dışarı atanın delikanlılığı zaten sorgulanmaz... Panzerler ve polisler gece Kartal avlamaya çalışa dursun, şimdiki Swiss otelin yeri ve aşağısı ağaçlık,Çamlık zula bi yer.... Hani milletin ara sıra üşenmeyip çıktığı ve bira suyunu döktükleri yer... Hani eskilerin emanetlerini sakladıkları yer var ya... İşte orası dolu taraftar.. Evinde olan ve dışarıya çıkmayanın ise pek farkı yok... Sabah saat 05.00 i beklemekte... İnceden kesilen polis düdüğü ve uzaklaşan zırhlı araçların sesi ile uykusunu ve sıcacık kadınını bırakmış hiç düşünmeden... Sabah namazını kılmak ise ufak bi ihtimal mabedin kutsal yoluna düşmek varken...
O sabah 10.00 da doldurulmuş mabed...
Eskiden de ufak timler varmış şimdiki gibi..
Pankart bayrak konfeti süsleme yazılama timleri ....
Anlayın işte...
Birkaç günden önce yapmışlar görevini....
Mabed olmuş canavar...
Panzeri kullanan memurun düşüncesini biraz zorlasak çözeriz belki ...
O şimdilik bi kenara...
Trabzonun hiç bir zaman gelmemezlik etmeyen taraftarı el yapımı silahları belinde ve orada...
Lakin BİZİMKİLER de orada...
Emanet göstermek demek emanet çekip kovalamak değildir o zamanlar...
Zaten "maç saati kapalıda olan" cefayı çekmiştir....
Gerçek olan ise;
"Darbe Kenan" değil, "Dorde Milic" uğurlu gelmiştir...
Eskişehire bir kala...
Sene 1982..... !!!

KAPALI BİZİM, ŞAMPİYONLUK BİZİM, KUPA BİZİM !!!

SİYAHBEYAZKIZIL
Fotoğraf Arşivi : Demirhan Derya Demir

5 Nisan 2010 Pazartesi

Başın Sağolsun Kaptan


Kaptanımız İbrahim Üzülmez'in amcasının oğlu Nuri Üzülmez, Adana'da geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybederek, aramızdan ayrılmıştır. Üzülmez ailesine başsağlığı ve sabırlar dileriz.

Ruhu şad olsun.

SonBarikat

Doğum Günün Kutlu Olsun Baba


Beşiktaşımız'ın babalarından biricik başkanımız Süleyman Seba'nın doğum gününü kutlarız.
Doğum günün kutlu olsun " Baba ".
SonBarikat