‘Gardiyana soruyorum “maçlardan haberin var mı” diye, adam benim Beşiktaşlı olduğumu biliyorsa, belki de o hafta yenmiş olsak bile “Fener 4 tane attı size evladım” filan diyor.’
Gardiyana sormuştu cop duvarda patladığı zaman “Neydi o...? Ne yaptın...? " diye... “Akrep...!” dedi gardiyan.
-Peki, öldü mü?
Ses yok.
Gardiyana sormuştu cop duvarda patladığı zaman “Neydi o...? Ne yaptın...? " diye... “Akrep...!” dedi gardiyan.
-Peki, öldü mü?
Ses yok.
-Yerde mi peki?
Yine ses yok.
“yüzyıllardır bu topraklar üstünde
hayatımıza ve onurumuza
kasteden bir akrep var.
o hayatımızı,
onurumuzu
ve bilincimizi
her gün
yeniden
sonsuz kere zehirliyor.”
Yine ses yok.
“yüzyıllardır bu topraklar üstünde
hayatımıza ve onurumuza
kasteden bir akrep var.
o hayatımızı,
onurumuzu
ve bilincimizi
her gün
yeniden
sonsuz kere zehirliyor.”
Çok eskilerden başladı anlatmaya KaraKartal Eşber;
Biliyoruz ki insan var olalı beri spor var. Sporun ilk ortaya çıkışı, insanların gündelik hayattaki uğraşlarının ya da savaş, çatışma benzeri yine o dönemde günlük hayatlarının önemli bir parçası olan olayların zaman içinde daha profesyonel bir forma bürünmesiyle gerçekleşiyor. Mesela, Maraton yarışlarının ilki, Perslere karşı kazanılan zaferi müjdelemek için koşarken ölen bir askere adanır. MÖ. 716 yılında Yunanlılar ve Persler yıllara dayanan bir savaşa tutuşurlar. Bu savaş meydan savaşına dönüşür ve sonunda Yunan ordusu Atina yakınlarında bulunan Maraton ovasında Pers ordusunu çok ağır bir yenilgiye uğratır. Bunun üzerine savaşın zaferini bildirmek üzere Yunanlı bir asker savaşın kazanıldığı Maraton ovasından koşmaya başlayarak Atina’ya doğru yola çıkar. Bu koşuda 42 km 195 metre sonunda bu asker koşarken ölür ve savaşın zaferini krala o gün ulaştıramaz. İşte o tarihten itibaren maraton koşusu 42 km 195 metre olarak koşulmaktadır. Yine benzer bir örneği, Homeros’un anlattığı Troya savaşlarında bulabiliriz. Akalar ile Troyalıların orduları, Troya’da karşı karşıya gelmiştir. Akşam ordular savaş meydanına gelirler, yer, içer, eğlenirler. Sabah, iki ordu kalkar, kahvaltısını yapar ve karşı karşıya gelir. İki ordunun saflarından iki silahşör ayrılır, ortada buluşur ve savaşmaya başlar ve kaçınılmaz olarak biri ölür. Sonra, diğer savaşçılar da ikişer ikişer meydanın ortasında savaşırlar. Savaş bu şekilde devam eder. Bizim bildiğimiz cephe cepheye, süngü süngüye savaşlar ilk çağlarda yoktur. Bir anlamda orduların böyle karşı karşıya gelişi, iki silahşorun öne çıkıp birbirleriyle dövüşmeleri bir spordur ve eskirim sporu buradan türemiştir. Artık kurallara bağlanmıştır bu savaş sanatı, artık öldürmek yoktur, ama öldürücü darbe vurmak vardır, bu vuruş kişiye puan getirir. Boksta da bu böyledir, güreşte de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder