27 Şubat 2010 Cumartesi

Bu Alemde Ekol, Beşiktaş Hentbol!

Hep söyleriz... İlklerin Kulübüyüz diye... Hentbol'de de öncü kulüplerden biridir kulübümüz... Bu branşın Federasyonunun kurulmasının hemen ardından, kulüp olarak faaliyetleri arasına bu spor dalını alan ilk kulüplerden biriyiz... Şimdi Semtimizin orta yerinde Süleyman Seba Spor salonunda, her daim akıttıkları teri alkışladığımız, Avrupada bile zirvede görmek istediğimiz, son yıllarda Beşiktaş JK içinde en başarılı şubemiz olan Hentbol Şubemizin tarihçesine bir göz atalım, eskiden günümüze bir yolculuk yapalım istedik... Alınacak derslerle, göğsümüzü kabartan başarılarla, "nasıl örnek bir şube olunur" konusunda anlattıklarıyla, İşte Hentbol Şubemiz...

Hentbol şubemizin kuruluş hikayesini, Vala Somalı'nın "Beşiktaş Spor Tarihi Türk Sporunda 75 Yıl" kitabından alıntılarla aktarmaya çalışalım;

"Salon Hentbolü, yurdumuzda 1976 yılında Türkiye Hentbol Federasyonu'nun kuruluşu ile birlikte planlı bir gelişme sürecine girmiştir. Futbol ve Basketbol karışımı gibi görünen bu branş, çok sevilen salon sporlarından biri halini alacaktır.

1978 yılı Mart ayı başında, Beşiktaşımızın yönetim kuruluna, eski milli atletlerimizden, beden eğitimi öğretmeni ve Türkiye Hentbol Federasyonu üyesi Murat Ersin öncülüğünde bir teklif getirilir. Kulübümüzün Amatör Spor Dalları arasına, en son ve yeni salon sporu olan Hentbol'ü katıp katamayacağımız soruldu. O dönemki yönetim kurulumuz, kulübümüzün 75. yıldönümü kutlamalarına da denk gelen bir tarihte, 22 Mart 1978 tarihinde örnek bir anlayışla, büyük kulüpler arasında öncü olarak "oy birliği" ile Hentbol Şubemizin açılmasına karar vermiştir.

Şubemizin Kaptanlığına ve Yöneticiliğine Firuz Drahşan, Kulüp Temsilci Üyeliğine Şaban Akgüllü getirilir... Kulüp Antrenörlüğüne de, Türkiye Hentbol Federasyonu Antrenör ve Hakem Öğretmenliği de yapmakta olan Murat Ersin getirilir...

Hemen aynı aylarda Mart-Nisan 1978 tarihleri , İstanbul Hentbol Ajanlığı, "Kulüpler Arası Teşvik Kupası" düzenlemeye karar verir. Teşvik amaçlı yapılacak olan bu turnuvada, yaş ve kategori farkına bakılmaksızın tüm kulüplerin katılmasına izin verilmiştir. Bu açıdan, şubesini kurmuş olan çoğu kulübün "Büyükler" yaş kategorisindeki oyunculardan oluşan takımlarla katıldığı bu turnuvaya, antrenörümüz Murat Ersin'in Özel Çavuşoğlu Lisesi öğrencilerinden hazırladığı (18-20 yaşlarında Genç ve Yıldız yaş kategorisine giren) bir ekiple katılmış oluyordu Kulübümüz...

Genç yaşlardaki takımımız turnuvada 8 karşılaşma yaptı. Bunlardan 5 tanesini kazanıp 3 müsabakayı kaybetti. Turnuva sonucunda dördüncü olmuştuk. Fakat bu turnuva Beşiktaş Jimnastik Kulübünün her alandaki belki de en önemli farkını tekrar gün yüzüne taşıyacaktı... Müsabakaların yapıldığı Bağlarbaşı kapalı salonu Beşiktaşımızın maçlarında hınca hınç dolmuş, ve bu spor dalında "taraftar" faktörünün nasıl bir renk ve heyecen katabileceği tarihi bir örnek olarak spor kamuoyuna sunulmuştu... Turnuva sonucunda "taraftar" faktörünün etkisi bir istatistikte göze çarpacaktı... Turnuva sonucunda dördüncü olmamıza rağmen turnuvanın en çok gol atan takımı olarak bitirmiştik müsabakaları.

Böyle başlamıştı Parkenin Kartallarının serüveni... Zorlu bir gelişim süreciydi... Bu spor dalının kurumsal sorunları da çoğunlukla engelleyici olmuştur Beşiktaş Hentbol tarihinde... Henüz tam anlamıyla donanımlı hakemlerin yetişmemesi, ve çoğu kez de hakemlerin maçlara geç gelmesi ya da hiç gelmemesi tartışmalı ve vurdulu kırdılı maçlara neden oluyordu...

Tüm bu zorlu süreçler geçilirken Beşiktaş Hentbol Şubesi, hem bu branşın kurumsal yapısını iyileştirmede öncü çalışmalar yapıyor, hem de sportif anlamda başarıları ile adından söz ettiriyordu... 1980 yılına gelindiğinde Türkiye Şampiyonu olan takımımız, Hentbol Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında ülkemizi temsil etme şerefiyle onurlanıyordu.

Bu başarıya nail olabilmek için, tek devreli 7 karşılaşmada hiç yenilmeden, liderliğe bir önceki yılın şampiyonu M.T.A. ile ortak oluyor ve gol averajımız sayesinde birinciliği elde ediyordu... O sezon ilk Avrupa deneyiminde takımımız onurla ülkesini temsil ediyordu...

Ligde de "yenilmez armada" diye bahsediliyordu artık Parkenin Kartallarından... Hem de Futbol takımımızın sıkıntılı günler yaşadığı bir dönemde, Parkenin Kartalları kulübümüzün ismini her yerde en üstlere çıkarmaya çalışıyor, ve büyük Beşiktaş'ın gözden düşmemesine katkıda bulunuyordu...

Fakat Türkiye'de, bu onurlu, alınteri ile dolu başarılar zincirine rağmen, şubemiz ilgisizliğe maruz kalıyordu. Parkenin Kartallarının makus ilgisizlik süreci böylece ilk örneklerini vermeye başlıyordu... 1980 yılında kulübümüzü yine "Şampiyon" olarak onurlandıran şubemiz "Kapanma Riski" ile karşı karşıya bırakılıyordu... Dönemin şampiyon şubesinin yöneticisi Firuz Drahşan şöyle ifade ediyordu durumu;

"İkinci kez Türkiye Şampiyonu olan Beşiktaş yokluklar içinde zafere ulaştı... Kadromuz üç yıl önce kurulmasına rağmen, bu salon sporunu Türkiyeye sevdiren ve yaygınlaşmasına vesile olan takımdır... Kulübümüzde bazı yöneticilerimizin varlığından bile haberdar olmadıkları hentbol takımımız, bu ilgisizlik devam ederse dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir... Antrenörsüz, tesissiz ve ilgisiz bir ortamda Beşiktaşlı Hentbolcüler, iki yıldan beri zaferden zafere koşuyorlar... Taraftarlarımız yavaş yavaş bu şubemize sahip çıkmaya başladılar... Aynı davranışı, kulübe şampiyonluklar kazandırmaya başlayan sayın yöneticilerimizden de bekliyoruz..."

Takımımız o zamanlarda da o kadar büyük bir aidiyet duygusu ile birarada duruyordu ki, görenler "işte Beşiktaşlılık farkı" demekten kendilerini alamıyorlardı... Öyle ki mesela takımımızın milli kalecisi Cüneyt Koparan, kendisine rakip takımdan yüzbinlerce lira (o zaman için bir futbolcu bedeli belki) teklif edilmesine rağmen takımını bırakmayacaktı...

Bu örnek aidiyet sonraki yıllara örnek olacaktı... Halbu ki o seneki şampiyon kadrodan sadece kendisi kalıyordu takımda... Şampiyon takım bir şekilde dağılmış oluyor, fakat Beşiktaşlılığın ne demek olduğunu dosta düşmana aidiyeti ile gösteriyordu Cüneyt Koparan...

1983 yılında da şubenin sıkıntıları devam ediyordu... Takımımız resmen kümede kalma mücadelesi veriyordu... Gazetelere çıkan haberlerde kulüp tarafından üvey evlat muamelesi yapılan takımımıza, taraftarın nasıl sahip çıktığı anlatılıyordu... Taraftarın beyanları gazetelere şöyle yansıyordu;

"Futbolda yıllardır şampiyonluk özlemi ile yandık tutuştuk... Yüzümüzü ağartan bir basketbol ve iki sene üstüste şampiyonluk kazanmış Hentbol takımımız vardı... Futbolda şampiyon olduk sevindik... Oysa şimdi!... Hentbol bir anda "üvey evlat" oldu... Üzülüyoruz... İdarecilere seslenmekten başka da bir şey yapamıyoruz... Sadece "eski gözağrımızı unutmayın" diyebiliyoruz..."

Öyle ki 83 yılının son ayının son günlerinde, 23 Aralık 1983 te, ligin son maçı ligde kalma mücadelesi olarak Beşiktaş tarihine Hentbol için üzücü bir nokta olarak kaydediliyordu...

Aidiyet denen şeyin ne olduğu bu zorlu dönem atlatıldıktan sonra ortaya çıkacaktı... 5 yıl içinde yine branşın zirvesine oturan Parkenin Kartallarında, takım kaptanımız olarak o zorlu dönemde 100 binlerce lirayı elinin tersi ile itip kulübünde kalan kalecimiz Cüneyt Koparan yerini alıyor ve şanlı Hetbol takımımız Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün yüz akı olmaya devam ediyordu...

İşte bu şanlı süreci bizlere yaşatan Hentbol Şubemiz bu gün de, yine o günlerdeki gibi yüksek başarılara imza atıyor... Yine aynı zorluk dolu süreçler, yine aynı idari ilgisizlik, yine aynı maddi olanaksızlık, tesissizlik süreci yaşanıyor... Çok olmasa da yine taraftarımız takımımızın ve şubemizin ardında dikilmeye ve başarılarını alkışlamaya gayret ediyor...

Tarih tekerrürden ibarettir derler... Fakat "ders almasını" bilenler için değil...

PARKENİN KARTALLARI ONURUMUZDUR...

HER YERDE, HER ZAMAN, HERKESİ BU ONURLU TARİHTEN DERS ALMAYA VE ŞANLI TAKIMIMIZI VE ONURLU ŞUBEMİZİ DESTEKLEMEYE DAVET EDİYORUZ!

BU ALEMDE EKOL, BEŞİKTAŞ HENTBOL...

SonBarikat

24 Şubat 2010 Çarşamba

Beşiktaşımız: 36 - Bahçeşehir Kol.: 21


Parkenin Kartalları yollarına devam ediyor. Bahçeşehir Koleji karşısında da üstün oyununu sürdüren Kartallarımız maçın ilk yarısını 18 - 11, ikinci yarısını da 36 - 21 olarak kapattılar...

Yine az ama öz, semtin güzel çocuklarının sesi ile inledi Süleyman Seba. Gelen, takımı yanlız bırakmayan tüm dostlara, kardeşlere teşekkürler...

Yine yeniden şampiyonluk için "Aç Kanatlarını Süzül Göklere"...

22 Şubat 2010 Pazartesi

Övünmekte Haklıyız Çünkü Beşiktaşlıyız...#10 (s.312-339)

Devam ediyor... s.312-339

Övünmekte Haklıyız Çünkü Beşiktaşlıyız...#9

Beşiktaşımız: 50 - Ater06: 31

Boşuna demiyoruz, "Beşiktaşım Seni Sevmek Aşkların En Güzeli" diye...

Yine öyle güzel, öyle dopdolu bir kucaklaşma yaşandı semtimizin güzel çocuklarıyla...

Parkenin Kartalları bu sefer kendileri sürpriz yapmış, Tribüne tatlı ikram ettiler.. Boş durur mu Beşiktaş Tribünü; üzerinde takım oyuncularımızın ve teknik heyetimizin tek tek isim ve lakapları yazılı flamalarla selamladı takımı...

Bu işler güzel işler... Hem Beşiktaş adına, hem Beşiktaşlılık adına... Gelip destek veren, tribünde yerini alan, bu onura ortak olan tüm kardeşlere, dostlara, büyüklere teşekkürler...

19 Şubat 2010 Cuma

FORMANDA TER OLMAYA GELİYORUZ !


Senden Başka Hiçbir Aşk Heyecanlandırmıyor Beni
Seveceğim BEŞİKTAŞIM Her Saniyemde Seni
Bir Sen Oldun Hayatımda Doğduğum Günden Beri
Seni Sevmek Bu Dünyada Aşkların En Güzeli

Anladım ki Başka Bir Aşk Yok Şu Yalan Dünyada
İnan Hep Aklımda Oldun Her Geçen Dakikamda
Sen Benim Gözlerimdeki Yaşların Anlamısın
BEŞİKTAŞIM Seni Sevmeyen Kadere Dert Yansın


YİNE YENİDEN, "ÖZ BEŞİKTAŞ" DİYEBİLMEK İÇİN SORULAR!!!



SonBarikat'ın Adıdır Beşiktaş! diye çıktık bu yola... Bu laf öyle bez üstüne güzel söz olsun diye değil, allame-i cihan'ın duymayan kulaklarında, "farkındalığımız" çınlasın diye söylenmiş bir vecizdi..

Neden dile geliyordu bu söz? Neyi "fark" ediyorduk?

Bu soruların cevabı, an be an, gün be gün, 7'sinden 70'ine tüm BEŞİKTAŞLILARIN içlerinde acı acı yanmakta olan, "yok edilmek istenen ses" içgüdüsündedir... Bu sesin yok edilmeye çalışıldığını, ara ara hatırlamasak da, unutsak da, zaman zaman "aman be sende" diye kaytarsak, yorulsak da, içimizde söndüremediğimiz "huzursuz ateşin" kıvılcım seslerinden hissediyoruzdur hepimiz...

O yüzden, bir kulak verelim o "kıvılcımlara"...

Ateşi üfleyen körüğe, yanmaya meyilli oduna, karşısında ellerini ovuşturan beleşçiye bakmadan, sadece "kıvılcımlar" ne diyor ona bakalım bir...

Ortada, bu harlı ateşi "yakmaya çalışan" unsurlar arasında, "yanacak olana" karşı bir "ittifak" olduğu, gizli yada açık olarak biliniyor mu?

Biliniyor !!!

O zaman BÜTÜN BEŞİKTAŞLILARIN İLK ADIM OLARAK;

1) Bu çıkar ve güç ittifakına karşı, gönül, dil ve el birliği ile ortak hareket etmeleri gerekmiyor mu?,

2) BEŞİKTAŞ konusunun geçtiği her yerde, özellikle "ÖZ DEĞERLERİMİZ ve KAYNAKLARIMIZA" yöneltilen aşağılama ve saldırılar karşısında, "ayrımsız" şekilde, açık hatta apaçık şekilde seslerini duyurmaları gerekmiyor mu?,

3) Kesinlikle ve kesinlikle, "KENDİ ÖZ KAYNAKLARIMIZIN VARLIĞI" ve buna karşı geliştirilmiş olan "ENDÜSTRİYEL FUTBOL EKONOMİSİ VE TİCARİ ALIM SATIM PAZARI" arasında, asla uzlaşılamayacak ve kabullenilemeyecek bir uçurum olduğunu ortaya koymaları gerekmiyor mu?,

4) Ülkemiz Spor Kulüplerinin hemen hemen tamamında, paranın ve siyasetin baştacı edildiği günümüz düzeninde, "BEŞİKTAŞIN GÖREVLENDİRDİĞİ" yöneticilerimize ve idari kurullarımıza "savaşın karşı cephesi" olmamayı, aksine "örgütlü ses olabilmeyi" başararak, bütün gizli-açık baskılar ya da bu yoldaki dış teşvikçilere rağmen, "BEŞİKTAŞ KURUMUNUN KENDİ BÜNYESİNİN, PARA VE SİYASETLE KİRLENMESİNE ASLA İZİN VERİLMEMESİ ZORUNLULUĞUNU", bu yolda atılacak "ÖZE DÖNÜŞ" hareketinin her zaman destekleneceğini her ortamda her yöntemle hatırlatmaları ve haykırmaları gerekmiyor mu?,

5) Ülkemiz Spor Kulüplerinin hemen hemen tamamının, "BÜYÜKLÜK HEDEFİ" olarak önlerine konan en kısa ve en emeksiz yoldan "BAŞARIYA ULAŞMA" unsuruna sarıldığı, hatta bu yönde ilgili federasyonların yayınlar, isimler ve benzeri kalemleri satılığa çıkartarak, bu "BAŞARI DÜZENİNİ" para ödüllü bir "RUHSUZ YARIŞMA" formatına soktuğu günümüz dünyasında, bu oyunun "ASIL BÜYÜKLÜK HEDEFLERİNİN", "NAMUS", "ÖZVERİ", "SADAKAT", "TAKIM RUHU" gibi saikler olduğunu haykırmaları gerekmiyor mu?,

6) Kendine "büyüklük" payesi biçilen tüm spor kulüplerinin, kendi özgeçmişlerini inkar ettiği, inkar etmeye çalıştığı şu dönemde, YÖNETİM VE İDARİ KURULLARIMIZA kendi tarihimize, kendi geçmişimize, kendi "geleneklerimize" sahip çıkılması gerektiğinin, daha da ötesinde tüm bunları "AYRIMSIZ HEPİMİZ" tarafından, çok daha "CANLI", "YARATICI" ve "ÖZGÜN" şekilde yaşama ve yaşatma zorunluluğumuz olduğunun, hatırlatılması gerekmiyor mu?,

7) İçimizde acı acı yanan ateşin söndürülmesine İLK ADIM olarak, "BEŞİKTAŞIN ÖZKAYNAK DÜZENİNE" sıkı sıkı sarılmaya, ve bu düzenin yeniden kurgulanıp, çalışır hale getirilmesi için TOPYEKÜN BİRLİK OLARAK OMUZ VERMEYE BAŞLAMAK gerekmiyor mu?...

GEREKİYORSA BUNLAR,

GÜNÜMÜZDE TÜM SPOR KULÜPLERİ İÇİN...
VE EN BAŞTA BEŞİKTAŞIMIZ İÇİN...

ENDÜSTRİYEL FUTBOL DÜZENİNE KARŞI, ÖZKAYNAK DÜZENİ !!!

HAYKIRIŞINI YÜKSELTMEK GEREKİYOR...

İŞTE BU YÜZDEN DE,

"SONBARİKATIN ADIDIR BEŞİKTAŞ!!!"

SonBarikat

17 Şubat 2010 Çarşamba

Şükrü Gülesin ve Altan Erbulak

İki iyi insan... İki iyi Beşiktaşlı...
Geçmişten izler bıraktılar...
Alınması gereken derslerle dolu...

Bir kulak verelim...
Nerelere götürecek bakalım sesleri bizi...

Kaynak : Milliyet Arşiv

Derleyen : SonBarikat - Mehmet Yücegönül



Beşiktaşımızın unutulmaz Kornerler Kralı Efsane Şükrü Gülesin ve Karikatürist Altan Erbulak, Milliyet Spor Servisinde birlikte çalışırlarken, devrin spor olaylarını, nükteli bir tarzla, karikatür yolu ile yorumluyorlardı.



Kendilerini, ve dönemin spor olaylarını karikatürize ederek, eleştirel yaklaşımlarını mizhla harmanlıyorlardı.



Genelde Altan Erbulak muzipçe soru sorar, Şükrü Gülesin de Beşiktaşlı inceliği ile hazır cevap tavrını gösterirdi.



Sadece spor olaylarını değil, bunlar üstünden dönemin, sosyal olaylarına da göndermeler yapmaktan geri kalmazlardı.




Şimdinin futbol yorumcularından çok çok ileri bir zeka düzeyi ve kibar bir üslup sahibiydiler.




Ama görülmekteydi ki yaptıkları ince tenkitler, şimdiki futbol yorumcularının yaptığı zorlama ve ortalık karıştırıcı yorumlardan, daha ağır ve etkiliydi.



Ayrımsız, tüm kulüplerin karşılaştığı kayırmaları ya da haksızlıkları, isim ve cisim telaffuz etmekten çekinmezler, telaffuz ettikleri isimler de kullandıkları düzgün üslup nedeniyle rencide olmazlardı... Aksine tenkitlerden faydalanmanın yolunu arar, bazen de gerçekten utanırlardı.



Sadece sporcular, hakemler, teknik ekipleri tenkit etmezlerdi.



Bazen de tribüne ve yaptıkları küfür v.b. gibi durumlar yüzünden aldıkları cezalara da göndermelerde bulunurlardı.



Ve nihayetinde, durumla ilgili nasihat etmekten de kendilerini alamazlardı.



İkisi de Beşiktaşlıydı... Şükrü Gülesin, özellikle takımı da bir muhabir gibi takip ederdi... Aynı zamanda efsane dönemlerinin getirdiği tecrübe ile oyunculara moral taşımak, kafalarını rahatlatmak gibi bir görev de biçiyordu belli ki kendine.



Takımın antremanından bile hissiyatları gönderirlerdi okuyuculara.



Belki de o dönemin fırtına gibi esen takımı Beşiktaşı çok iyi tanımalarından da kaynaklanıyordu bu... Ve tabi sevmelerinden.



Beşiktaşın rakiplerine de ufaktan nükteli göndermeler yapmaktan alamıyorlardı... Ufaktan tii ye alarak belki de.



Altan Erbulak, Şükrü Gülesin'i gökyüzündeki Kartalların yanına uğurlamamızdan sonra da onu kaleminin ucuna taşımaya devam etti.



Gerçekten boşluğu doldurulması zor bir spor adamının olmayışının boşluğu hissediliyordu artık.



Gün geçtikçe, bu iyi insanların yerlerini doldurmaya başlayacaktı çakal cinsinden medya maymunları.



Bu durumun farkında olan Altan Erbulak, inatla Şükrü Gülesin efsanesinin doğruluk kitabını taşımaya devam etti karelerine.



Yine Şükrü Eniştesi üstünden, dönemin tüm maymunlarına da göndermeler yapmaktan, kapaklar takmaktan geri durmadı.



Onları sevmeyenlerin sayısı ne kadar çok olsa da, biz onları sevdik... Ve hiç unutmadık... Gösterdikleri nükteli öğretinin daimi öğrencileri olmaya and içtik... RUHUNUZ ŞAD OLSUN İYİ İNSANLAR, RUHUNUZ ŞAD OLSUN İYİ BEŞİKTAŞLILAR...